Makina Mühendisleri Odası, sanayi üzerine her ay düzenli analizler yayınlıyor, çeşitli panel, yayın ve forumlarla sanayiyi tartışıyor ve iki yılda bir Sanayi Kongresi ile politika önerilerinde bulunuyor. Yani Odanın sanayiye ilişkin yakın bir takibi var. Öncelikle bugün nasıl bir sanayi görüyorsunuz?
Tabi söylenecek çok şey var. Çarpıklıklar ve yozlaşmalar ülkemizde neredeyse her alanda olduğu gibi sanayide de mevcut. Fakat en genel hatlarıyla bahsetmek gerekirse, söze şöyle başlayayım;
Türkiye, uluslararası mal ve finans piyasalarına ucuz ithalat cenneti olma yolunda küresel işbölümü içerisinde, montaj sanayinin taşeron bir üreticisi haline gelmiştir. İthalata dayalı, spekülatif rantiye kazançların özendirildiği bir birikim süreci söz konusudur.
Sanayiciler hızla müteahhitleşmiş, sanayide kârların neredeyse tek kaynağı ucuz işgücü haline gelmiştir. Sanayiden hızla kopuş, ülke kaynaklarımızın ve emek gücümüzün ülkeye ve toplumsal refaha katkı sunmayacak ölçüde kullanılmasına neden olmaktadır.
Oysa sanayi sektörü, ülke kalkınması ve toplumsal refah ölçütünde önemli bir lokomotif görevindedir. Ülkede tarım ve sanayi gibi üretken sektörler gerilerken, öne çıkan kâr alanlarının rantiye tipi spekülatif birikim alanlarına kayması, ülke geleceği açısından da son derece tehlikelidir.
Türkiye ekonomisinde 15 yıldır izlenmekte olan ekonomi politikaları sanayi üretimini geri plana atarken döviz üretme kapasitesi zayıf, toplumsal refaha katkı sağlamayan, gelir dağılımını daha da adaletsiz hale getiren kent rantı odaklı inşaat-emlak sektörünü, perakendeciliği, hizmet sektörlerini özendirmiş, öne çıkarmıştır. Üretken olmayan bu sektöre yönelişler, Türkiye’nin döviz kazanma kapasitesini ve yeteneğini zayıflatırken sanayinin de hızla rekabet gücü kaybına ve zafiyetine yol açmıştır.
Bugün tüm bu sorunlarla birlikte Türkiye’nin gündemine yerleştirilen “tek adam rejimi” tasarısının da ekonominin ve sanayinin bütün kararlarını olumsuz etkilediğini görüyoruz. Mevcut durumun daha da geriletilmesi söz konusudur. Hem yerli hem yabancı aktörler, yatırım başta olmak üzere önemli kararlarını erteliyor, tüketici kesim ise tüketme konusunda iştahsız davranıyor. Bunun sonucunda ise özellikle dayanıklı sanayi ürünleri ve konutta beklenen iç talep oluşmuyor, ihracattaki kötü performansın da sonucunda, talep daralması ve büyüme temposunun iyice hız kaybetmesi söz konusu.
Bunların yanı sıra sanayinin güvencesiz çalışmanın, yoğun sömürü altında çalışmanın tezgahları haline getirilmek istendiği çok açık görülüyor. Sanayi istihdam üretmiyor, aksine işsizlik üretiyor. Toparlarsak, biz bu duruma sanayisizlik, sanayisizleşme diyoruz ve Türkiye bugün bu karanlıkta tutuluyor.
2013 sonrası küresel iklimin de tersine döndüğü izleniyor. Küresel para bolluğunun sona ermesi ve yükselmeye başlayan faizler, Türkiye’de sanayiyi nasıl etkiler?
2013 sonrası küresel dünyada ABD’nin başını çektiği daraltıcı para politikaları ile Türkiye’nin başka bir yola girdiğini söylemek gerekiyor. Bilindiği gibi Türkiye sıcak paraya son derece bağımlı bir ekonomik yapıya sahiptir. Küresel sermaye hareketleri Türkiye’ye giriş yaptığında ekonominin, özelde sanayinin çarkları ancak dönebiliyor. 2013’e kadar dünyada para boldu, fakat ne zamanki Amerikan Merkez Bankası Fed faizler konusunda strateji değiştirdi ve artırma yoluna gitti, Türkiye açısından da işler değişti. 2013 sonrası Türkiye artık sermaye girişlerine değil, çıkışlarına tanık oluyor. Son gelişme olarak Amerika’daki başkanlık seçimlerinde Trump’ın seçilmesi de tüm bu işlere tuz biber oldu. Trump’ın ekonomik tutumu daha korumacı olarak bilindiği için dolar TL karşısında yine yükselmeye devam ediyor.