Gebze İlçe Temsilciliği yürütücülüğünde, Kocaeli Şubemiz adına düzenlenen Endüstri 4.0 Sempozyumu 2-3 Mart 2019 tarihleri arasında Gebze Kültür Merkezinde gerçekleştirildi.
TMMOB Makina Mühendisleri Odası Kocaeli Şubesi Gebze İlçe Temsilciliği tarafından 2-3 Mart 2019 tarihlerinde “Dünyanın Yeni Çalışma Modeli, Dijital Dönüşüm ile Verimlilik” temalı Endüstri 4.0 sempozyumu düzenlendi. Gebze Kültür Merkezinde gerçekleştirilen sempozyuma iki gün boyunca 300’ün üzerinde kişi katılım sağladı. Gerçekleştirilen sempozyuma Makina Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Yunus Yener, MMO Kocaeli Şubesi Başkanı Murat Kürekçi ve Şube yönetim kurulu üyeleri ile MMO Zonguldak Şubesi Başkanı Birhan Şahin katıldı.
Gebze İlçe Temsilciliği Başkanı Sinan Yücel’in açılış konuşmasından sonra, Kocaeli Şubesi Başkanı Murat Kürekçi ve Oda Yönetim Kurulu Başkanı Yunus Yener birer konuşma yaptılar. Gerçekleştirilen sempozyumda 2 gün boyunca Endüstri 4.0’ın farklı boyutları ele alındı.
Sempozyumda sunum yapılan konular;
– Endüstri 4.0’ın İnsana Etkileri
– Endüstri 4.0’da Robotik Sistemler
– Endüstri 4.0 Hidrolik Pnömatik Uygulama Alanları
– Endüstri 4.0 Sürecinde Dijital Fabrikalar
– Endüstri 4.0’da Üretim Operasyonları ve Yönetim Sistemleri
– Endüstri 4.0’da Akıllı Enerji Sistemleri
– SAP ve Dijital Dönüşüm
Oda Yönetim Kurulu Başkanı Yunus Yener’in açış konuşması:
“Kocaeli Şubemizin düzenlediği Endüstri 4.0 Sempozyumu’na ben de hoş geldiniz diyor, Oda Yönetim Kurulu ve şahsım adına sizleri saygıyla selamlıyorum.
Odamız, makina, endüstri-işletme, uçak havacılık uzay ve tesisat mühendisliği, makina imalat ve tasarımı, bakım, kaynak, enerji, otomotiv, tıbbi cihaz sektörleri, endüstriyel otomasyon, geleceğin teknolojileri ve sanayi üzerine bir dizi merkezi etkinlik düzenlemektedir.
Sempozyumumuzun ana teması, bildiğimiz üzere “Endüstri 4.0-Dünyanın Yeni Çalışma Modeli-Dijital Dönüşüm ile Verimlilik” şeklinde belirlenmiştir.
Endüstri 4.0 kavramının, bundan sekiz yıl önce, dünya imalat sanayiinin lideri ve bu sayede en fazla cari fazla veren ekonomisi olan Almanya’dan dünyaya yayıldığını biliyoruz. Alman sanayicileri, iş ve üretim mekanlarının köklü bir değişim geçireceği öngörüsüyle yeni bir stratejiye gerek duyuyor ve Endüstri 4.0 jenerik ifadesini kullanmaya başlamışlardı.
Kısaca hatırlarsak; Birinci Sanayi Devrimi su ve buhar gücü kullanımıyla üretimi mekanize etmiş; ikincisi elektrik enerjisiyle kitle üretiminin yolunu açmış; üçüncüsü elektronik ve enformasyon teknolojisi aracılığıyla üretimde otomasyonu gerçekleştirmişti.
Dördüncü sanayi devrimi de denilen Endüstri 4.0 ile birlikte birçokyeni kavram da önümüze gelmiştir. Endüstri 4.0’ın otomasyonu, veri değişimini, imalat sanayindeki gelişmeleri kapsayan “nesnelerin interneti”, “internetlerin interneti”, “öğrenen makineler” gibi kavramlarla iç içe geçmiş bir kavram ve slogan olduğunu söyleyebiliriz.
“Dördüncü Sanayi Devrimi” adlı bir kitap kaleme alan Davos kurucusu Klaus Schwab da bundan üç yıl önce dönemin özelliğini, “önceki sanayi devrimlerinin aksine bu sonuncusu doğrusal değil üssel biçimde evriliyor… Bu bizim “neyi”, “nasıl” yapacağımızı değil, “kim” olduğumuz fikrini de değişime uğratıyor” şeklinde ifade ediyordu.
Bugün dijital dönüşüm, robotlaşma vb. konular eşliğinde tartıştığımız Endüstri 4.0 konusu, büyük uluslararası güçler arasındaki bir rekabet konusu olmanın yanında ve son tahlilde, insan emeğinin yerine makinelerin ikame edileceği bir teknolojinin büyük sermaye grupları tarafından sahip olunacağı ve yönetileceği kurgusu üzerine inşa edilmiştir.
Diğer yandan konu öyle dallanıp budaklanmıştır ki, bilim kurgu eserlerinden toplumsal yaşamın çeşitli yönlerine dek teknolojinin gelişimiyle faşist/totaliter rejim uygulamalarının gelecekte insanlığı esir alacağına dek çeşitli senaryolar ortalıkta boy göstermekte ve hatta bu yönde, teknolojinin yanlış kullanımına dair uygulamalara bile tanık olabilmekteyiz.
Bu noktada istihdam, üretim ve verimlilikte bir “devrim” olarak sözü edilen Endüstri 4.0’ı dikkatli bir şekilde ele almak gerektiğini öncelikle belirtmek istiyorum. Üretim teknolojileri, otomasyon, elektronik, bilişim teknolojilerinin olağanüstü hızla gelişmesi elbette çok olumludur. Ancak nitelikli kolektif emek sayesinde sağlanan bu gelişmenin emek gücü payını hem istihdam hem de ücretler açısından sürekli düşürdüğünü de görmek gerekir. Biliyoruz ki bugün üretim ve büyüme ile istihdam ve verimlilik arasındaki pozitif ilişkiler kopmuştur.
Azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler başta olmak üzere kabul etmek gerekir ki, dünya genelinde ileri/yüksek teknoloji hamlelerine ihtiyaç vardır. Fakat bu ihtiyacı üretim, istihdam ve toplumsal yarar bütünlüğünde tanımlamak da gerekiyor.
Diğer yandan Türkiye’nin içinde bulunduğu sanayisizleşme süreci ve dışa bağımlı ekonomi, ülkemizi teknolojiyi üreten değil oldukça eşitsiz koşullarda kullanan bir ülke durumuna düşürüyor.
Dolayısıyla yeni teknoloji hamlelerinin ülkemizdeki uygulanabilirliği ve sonuçları üzerine tartışılabilmesi için her şeyden önce “beton ekonomisinden” çıkmak ve yönümüzü üretim ekonomisine doğru çevirmek gerekir. Yatırımların uzun süredir durduğu, özellikle makina ve teçhizat yatırımlarının kan kaybettiği, dış borç, enflasyon, faiz ve döviz kurunun tırmandığı bir ekonomide ne büyüme ve kalkınmadan ne de teknolojik hamlelerden söz etmek mümkün olamamaktadır.
On yedi yıldır izlenen ekonomi politikaları sanayi üretimini geri plana atarken; döviz üretme kapasitesi zayıf, toplumsal refaha katkı sağlamayan, gelir dağılımını daha da adaletsiz hale getiren rant odaklı inşaat-emlak sektörünü, perakendeciliği ve hizmet sektörlerini öne çıkarmıştır. Üretken olmayan bu sektörlere yöneliş, Türkiye’nin üretim yeteneğini zayıflatırken sanayinin de hızla rekabet gücü kaybına ve zafiyetine yol açmıştır.
Ülkemizde her şeyden önce egemen yaklaşımın değişmesi gerekmektedir. Demokratikleşme eşliğinde yüzünü insana, emeğe, doğaya, yaşama dönen bir anlayışa ihtiyacımız var.
Bu noktada konu tarihsel olarak, bilimsel teknik gelişmeler ile emek gücünün, insanlığın toplumsal refahı doğrultusunda nasıl kullanılacağı sorununda düğümlenmekte ve halktan, emekten, sanayileşmeden, mühendislikten yana bir yaklaşım gerekmektedir.
Üretim süreçlerinde mutlaka gerekli olan planlamayı devre dışı bırakan, istihdamı parçalayan, insan emeğini değersizleştiren ve çalışma yaşamının dışına atan bir üretim, mekanizasyon, otomasyon ve sanayileşme tarzını reddeden bir anlayışa ihtiyacımız var.
Teknolojinin sömürü unsuru olarak kullanılmasına, insanın insan üzerinde hâkimiyet sağlamasına ve insanın hem insandan hem de ürettiği ürünler ve teknolojiden yabancılaşmasına yol açan mevcut duruma karşı bir yaklaşım gerekiyor.
Teknoloji, azınlık bir insan kümesinin insanlığın çoğunluğu üzerinde sömürüsü ve tahakkümü için değil, bütün insanların kendilerini yeniden üretip, yeteneklerini ve toplumsal refahı geliştirmek için kullanılmayı bekliyor. Bu bağlamda teknolojik gelişmelerin sağladığı olanakların çalışma koşullarına ve saatlerine uyarlanması durumunda bütün dünya değişecek, insanlık refaha ulaşacak, çalışma zevkli bir etkinlik halini alacak, herkes çalışma dışı boş/değerli zamanlarında kendini özgürce yeniden üretecek ve işte o zaman asıl üretken özgür insan tarihi başlayacaktır.
Kısaca, emeği, mühendisliği, bilimi, tekniği, otomasyonu, sanayileşmeyi, planlama ve kalkınmayı yeniden ve toplumsal refahı egemen kılmaya yönelik olarak ele almak gerekiyor.
Unutmamalıyız ki, emeğin varoluşu insanın varoluşudur. Bu varoluş biçimi korunmalı, insanca kılınmalı ve geliştirilerek geleceğe aktarılmalıdır. Başka bir dünya ve Türkiye’ye ulaşmak bu şekilde mümkündür.
Sempozyumumuzun bu parametreleri gözetmesini diliyorum. Son olarak sempozyumu destekleyen ve katılan kurum, kuruluş, üniversite, firma ve konuşmacılara, sempozyumu düzenleyen Kocaeli Şube Yönetim Kurulu, Gebze Temsilciliği ve çalışanlarımıza Oda Yönetim Kurulu adına içtenlikle teşekkür ediyor, etkinliğimizin başarılı geçmesini diliyorum.”