(16.104.2008)
Emin KORAMAZ
TMMOB Makina Mühendisleri Odası
Yönetim Kurulu Başkanı
Türkiye, 1980 sonrası yeni uluslararası ortamla birlikte, yeni bir liberal değişim ve dönüşüm süreci yaşamıştır. Temel çerçevesi IMF, Dünya Bankası, OECD, Dünya Ticaret Örgütü, Avrupa Birliği gibi örgütlenmeler kanalıyla çizilen bu programlarda ücretlerin azaltılması, emek piyasalarının kuralsızlaştırılması, devletlerin sosyal alandan çekilmesi, gümrük vergileri, kotalar ve ithalattaki tüm kısıtlamaların ortadan kaldırılması, kamu işletmelerinin özelleştirilerek yabancı sermayeye yatırım olanakları sağlanması esas alınmaktadır. Bu olgularla özel sektördeki aşırı sermaye hareketleliği ve birleşme ve satın almalarla yabancı sermaye çok büyük avantajlar elde etmektedir.
Uzun yıllardan beri sanayide üretim teşvik edilmemekte, özellikle ara malı ve yatırım malı üreten sektörler taşeronlaşmaya ve fason üretime teşvik edilmektedir. Ülke kaynakları üretken yatırımlar yerine hizmet ve finans sektörleri ile borç faizlerine aktarılmaktadır.
Üretim ve yatırımdan kopuk politikalarla Türkiye sıcak paranın boyunduruğu altına sokulmuştur. Ülkemiz kaynakları spekülatörlere, Türkçe karşılığı ile vurgunculara aktarılmaktadır. Banka sermayemizin yaklaşık % 42’si ile sigorta sermayesinin % 54’ü yabancı sermayenin eline geçmiştir.
Gümrük Birliği anlaşması ile ihracatımız ithalata bağımlı hale gelmiş, ülke sanayisi taşeron durumuna sokulmuş, aynı yanlış politikalar AB’ye üyelik müzakere süreçlerinde de sürdürülmüştür. Bu süreç sosyal devletin tasfiyesi, sanayinin taşeronlaştırılması ve ulusal pazarın tamamen teslimiyeti doğrultusunda yaşanmaktadır. Bu nedenle sanayinin teknoloji düzeyinin irdelenmesi önem taşımaktadır.
SEKTÖREL TEKNOLOJİ SINIFLAMASI
Genel olarak imalat sanayi ele alındığında imalat sanayiinin yarattığı katma değeri belirleyen etkenlerden birisi de faaliyet gösterilen sektörün hangi teknoloji düzeyine dahil olduğudur. İmalat sanayi teknoloji yönünden; yüksek teknoloji grubu, orta-yüksek teknoloji grubu, orta-düşük teknoloji grubu, düşük teknoloji grubu olarak verilmektedir.
Yüksek teknoloji: Havacılık ve uzay, büro makinaları, elektronik haberleşme, ilaç sanayini,
Orta–yüksek teknoloji: Mesleki bilim ve ölçü aletleri, taşıt araçları, elektrik makinaları ve cihazları, kimya sanayi, elektrikli ev aletleri, makina imalat sanayini,
Orta–düşük teknoloji: Lastik ve plastik imalatı, gemi inşaat sanayii, demir-çelik sanayi, demir çelik dışı metaller sanayii, metalik olmayan mineraller, metal eşya sanayii, petrol rafinerileri ve çeşitli petrol ve kömür türevleri sanayiini
Düşük teknoloji: Kağıt ve basım sanayii, tekstil, konfeksiyon ve deri sanayii, gıda, içki ve tütün sanayii, orman ürünleri ve mobilya sanayii, cam ve cam ürünleri sanayini kapsamaktadır.
Makina imalatı sanayinde genel olarak orta-ileri teknoloji düzeyi hakimdir. Bu sanayi dalında hiçbir alt sektör gelişmiş ülkeler düzeyinde bir ölçeğe (kapasiteye) sahip değildir.
Makina imalat sanayine girdi veren sektörler, büyük ölçüde “metal ana sanayii”dir. Yassı ve yuvarlak demir-çelik ürünleri, alüminyum ve bakır, çinko v.s. metal mamulleri bu sektörün temel girdileridir. Sektörün kendi alt sektörleri ile sıkı bir alışverişi vardır. Ayrıca elektrikli cihaz ve aygıtlar, elektrik motorları, ölçü ve kontrol cihazları, bazı kimyasal maddeler, plastik ürünler önemli girdilerdir. Ancak makina imalat sanayi ara malı alırken, yatırım malını girdi olarak verir. Bu açıdan makina imalat sanayiinin temel, öncü ve vazgeçilemez bir sanayi sektörü olduğu bir kez daha belirlenmektedir.
YATIRIMLAR, İMALAT SANAYİ VE MAKİNA İMALAT SANAYİİNDE DURUM
İmalat sanayii, “teknoloji yoğun” olma niteliği itibarıyla Ar-Ge harcamalarına ciddi bir fon ayrılmasını gerektirmektedir. Teknolojinin ilk işlevi ürün geliştirmede sürecin hızlandırılması, hem ürün geliştirme hem de ürün maliyetlerinin düşürülmesine olan katkısıdır. Ancak Türkiye’nin imalat sanayii katma değerinin yaklaşık % 71’i düşük ve orta-düşük teknoloji gruplarından sağlanmaktadır. Daha vahimi, 2006’ya kadarki 20 yıllık dönemde imalat sanayiinde önemli bir teknolojik gelişim olmamıştır.
Aynı şekilde imalat sanayi sabit yatırımları % 70 oranında orta–düşük ve düşük teknoloji gruplarında gerçekleşmektedir. Bu durum bizim yaptığımız bir incelemeye göre son 16 yıllık dönemde fazla bir değişim göstermemiştir.
Makina imalat sanayinin çoğunlukla yer aldığı orta–ileri teknoloji grubu yatırımlardan % 26,49 oranında pay almaktadır.
Makina imalat sanayiinin, orta-yüksek teknoloji grubundan payı % 4,5’Tir. Yani yatırımlarda makina imalatı bu oranda pay almaktadır. Yeniden yapılanma için bu oranın % 10’a çıkarılması zorunludur.
Toplam sabit yatırımlar içindeki imalat sabit yatırımları 1970’den itibaren sürekli düşüş göstermiştir. Kamu imalat sanayi yatırımlarında % 29,6’ya kadar çıkan yatırım oranı 2007 yılında yalnızca % 3,5 olmuştur. Kamu yatırımları sanayiden tamamen çekilmiştir. Özel sektör yatırımlarında ise imalat sanayi yatırımları % 43,5 iken günümüzde % 24’lere gerilemiştir. Yine sanayide yatırım yoğunluğu 1970 yılında % 47,6 iken, 2007 yılında % 14’e düşmüştür. Bu yarıya düşüş, kârlılık dolayısıyla sabit yatırımların sanayi dışında yoğunlaştığını göstermektedir.
İmalat sanayii yatırım yoğunluğu 2007 yılında sadece % 14’tür. Makina imalat sanayinin toplam sabit sermaye yatırımları içindeki payı ise yalnızca % 2,2’dir. Bu tablonun katma değer artışlarına da yansıması kaçınılmaz olmuştur. Son beş yılda, yıllık ortalama katma değer artışı % –6’dır. Yatırımların aynı dönemdeki yıllık artış hızı ise % 2,4 olmuştur.
İmalat sanayinde teknoloji düzeyine göre yaratılan katma değer ele alındığında 2005 yılında, yüksek teknolojinin katma değer içindeki payı % 5,7’dir. Aynı yıl için bu oran G. Kore’de % 20,5; ABD’de % 17,3, Japonya’da % 15,1 ve Meksika’da % 8,5’Tir. Türkiye’de katma değerin büyük bir kısmı (% 71,2), düşük ve orta-düşük teknolojiler tarafından yaratılmaktadır. Genel olarak Türkiye sanayisi, özel olarak makina imalatı sektörü düşük teknolojik ürünler imal etmektedir. Bu durum ihracata da yansımakta; düşük ve orta-düşük teknolojik ürünlerin Türkiye ihracatındaki payı % 73 olmaktadır. Tablo sabit sermaye yatırımlarında da aynıdır. 2005 yılındaki yatırımlarda düşük ve orta teknolojiler yatırımlarda % 70 paya sahiptir. Yüksek teknolojinin oranı yalnızca % 3,27’dir.
Makina imalatı sektörü, Gümrük Birliği sürecinin ve ekonomik krizlerin olumsuz koşullarına karşın belirli bir büyüme ve katma değer artışı göstermiştir. Ancak rekabet gücünü sağlayan bir takım faktörler (makina direktifleri, CE belgeleri, akreditasyonu gerektiren belgeleme v.s.) henüz yetersiz olup göstergeler sektörün rekabet gücü kazanamadığını göstermektedir.
Makina imalat sanayii dahil, yatırım malları sanayi katma değerden % 15 pay almaktadır. Bu durum Türkiye’de sanayileşme sorununun hâlâ gündemde olduğunu ve yeniden yapılanmanın zorunluluğunu ortaya koymaktadır.
Sanayi sektörüne yapılan yabancı yatırımlar ise % 13’ü geçmemektedir. Örneğin 2006 yılında sanayiye 2.587 milyon $’lık doğrudan yabancı sermaye yatırımı yapılmıştır. Bunun büyük bir bölümü mevcut yabancı sermaye yatırımlarının tevsi veya sermaye artışı olarak ve ayrıca doğrudan satın almalarda kullanılmıştır. Yeni yatırım için giren sermaye yalnızca 310 milyon $’dır. Bu durum Türkiye’nin yabancı sermaye için sanayide cazip bir ülke olmadığını ortaya koymaktadır.
Makina imalat sanayiinde doğrudan yabancı sermaye yatırımına konu olmuş şirket sayısı toplamdan % 8 pay almaktadır. Sermaye olarak, toplam ödenmiş sermaye içindeki payı ise % 20’dir. Bu durum Türkiye makina imalat sanayiinin yabancı sermaye yatırımı yapılmayan bir sektör olduğunu vurgulamaktadır.
Yabancı sermaye yatırımının sektörde etkin olamayacak ölçüde küçük olduğu bilindiğinden, yabancı sermayenin ihracat, katma değer, ücretler, mühendis istihdamı ve Ar-Ge’ye etkileri de söz konusu değildir. Ancak genel olarak doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının yapıldığı ve sektörü etkileyecek ölçüde yoğun olduğu sanayi alanlarında ihracat miktarının da arttığını ortaya koyacak veriler yoktur. Yani bir diğer anlamda yabancı sermaye, özellikle ihracat artışını sağlamamaktadır.
Yabancı sermaye yatırımlarında ücret artışlarının daha fazla olduğu ve mühendislerin teknik açıdan daha tatmin edici ortam bulabilecekleri yargısı gerçeği yansıtmamaktadır. Hatta bazı alanlarda mühendislik misyonunu sağlayabilecek ortam dahi yaratılmamaktadır.
Tesislerde yüksek katma değerli ürünlere yönelik daha gelişmiş teknolojilerin uygulanacağı, kalite-maliyet optimizasyonu sağlanacağı, yönetimin yeniden yapılanacağı genel bir yargı olarak belirlenemez. Keza Ar-Ge harcamalarının artacağı öngörüsü de hatalıdır. Zira birçok proje veya bilgi dışarıdan gelmektedir.
AR-GE VE İNOVASYONDA DURUM
Sanayide teknoloji kullanımına ilişkin bir gösterge de Ar-Ge ve inovasyona ilişkindir. Temel bilimsel Ar-Ge, herhangi bir sanayi sektöründe radikal yenilik yapmanın ön koşuludur. Bu tür faaliyetlerin yoğunluğu ilgili sektöre, konuma ve genelde ulusal teknoloji kapasitesine bire bir bağlıdır. Her ne şekilde olursa olsun sanayi sektöründe teknolojik gelişme Ar-Ge faaliyetleri ile iç içedir. Eğer bir ülkede Ar-Ge altyapısı kurulmuş ise, sanayinin rekabet edebilecek boyutlara erişmesi ve yeni ürünleri istenilen kalite ve maliyette ihraç edebilmesi olanaklı olabilir.
Fakat Ar-Ge’nin kimi ülkelerde GSMH’deki payına baktığımızda, örneğin İsveç’in % 3,9, G. Kore’nin % 3, İtalya’nın % 1, Türkiye’nin ise binde 7’de kaldığını görüyoruz. Türkiye’de üniversitelerin Ar-Ge payı % 61’dir, diğer ülkelerde ise % 20–40 arasında bir oranda değişmektedir. Gelişmiş ülkelerde Ar-Ge projeleri özel ve kamu kesimine kaymıştır. Türkiye’de ise özel sektörün payı % 32, kamu şirketlerinin ise % 7’dir. 10 bin kişide istihdam edilen Ar-Ge çalışanı sayısında ise Türkiye 14 kişi ile dünyada yine sonuncu sıralardadır.
Bu durumu değiştirmek gerekirken son çıkan 5746 sayılı Ar-Ge Faaliyetlerini Destekleme Yasası, bütün uyarılarımızın aksine, vergi muafiyetleri teşvikine 500 personel sınırı getirmiştir. Bu durumda KOBİ’lerin tamamı ve büyük sanayi şirketlerinin çok büyük kısmı kapsam dışında kalmaktadır. Yasa, hemen hemen bütünüyle, Türkiye’de Ar-Ge üssü kurarak, araştırmanın maliyetini en aza düşürmek isteyen yabancı sermayeli firmalar için hazırlanmıştır. Bu büyüklükte personel istihdam edecek söz konusu firmalar otomotiv, elektronik ve iletişim makina cihazları yapan sektörlerde yer almaktadır ve sayıları 10–15’i geçmez.
Düşük katma değerli ürünlerin yerine ileri teknoloji kullanarak yüksek katma değerli ürünlere yönelecek yerli firmalar, bu sınırlama ile teşvikten yararlanamayacaklar. Halen GSMH’nın binde 7’sini Ar-Ge’ye ayıran Türkiye, bu durumda yine bu oranı artıramayacak, örneğin otomotiv sanayiindeki katma değerin büyük bir kısmı yine yurtiçinde kalmayacak, yalnızca yabancı sermayeli büyük şirketlerin Ar-Ge maliyetinin düşmesi sağlanacaktır.
Bu durum AB sürecinde üzerinde özellikle durulması gereken bir tablo ortaya koymaktadır.
SONUÇ
İmalat sanayiinde teknolojiden maksimum yararın sağlanması, bunun için bilimsel kurum, üniversite ve ilgili Oda ve sektör dernekleri ile işbirliği yapılması zorunludur. Gerek ürün gerekse yönetim teknolojilerinin geliştirilmesi ve etkin kullanımı için kaliteli insan gücüne dayalı personel ve eğitim politikaları uygulanmalıdır. Burada özel olarak mühendislere yer ve inisiyatif verilmesi gerekmektedir.
İmalat sanayiinde ve özellikle makina imalat sanayiinde, tasarımı öncelikle ders programlarına ekleyecek bir üniversite yapılandırılması ve sanayi-üniversite işbirliğine yönelik koordinasyon oluşturulmalıdır.
Sanayinin bütününde ve sektörde mühendis istihdamı artırılmalıdır. Bu noktada tasarım ve özgün ürün üretimi zorunlu bir rekabet önceliği getirmektedir. Özgün ürün yaratmanın yolu ise AR-GE alt yapısını oluşturmak ve tasarıma giden süreçte mühendislik hizmetini yetkinleştirmekten geçmektedir.
Türkiye’nin makina imalat sanayi genel amaçlı makinaların Ar-Ge yoğun alanları ile özel amaçlı makinaların yüksek katma değerli ürünlerine dayanmak zorundadır. Bu ise üretimin yeniden yapılanmasını gerektirmektedir. Bu kapsamda makina imalat sanayiinin orta–yüksek teknoloji grubundaki payının % 4,5’ten % 10’a çıkarılması zorunludur.
Şu anda sanayi genelinde binde 7 olan Ar-Ge’ye ayrılan payın % 2’ye çıkarılması gerekmektedir.
Mevcut olumsuz tabloyu sanayileşmeden, mühendisten, bilim ve teknolojiden yana politikaların uygulanması ile bu süreci tersine çevirmek olanaklıdır. Öncelikle, IMF, DB, DTÖ v.b. uluslararası finans kuruluşlarının dayattıkları “yapısal uyum ve istikrar programları” reddedilmelidir. Kamuyu küçülten özelleştirmeler durdurulmalı; devletin ekonomideki yönlendiriciliği artırılmalı; planlama, kalkınma, sanayileşme yönelimi benimsenmelidir.
Bu noktada planlı bir kalkınma ve istihdam odaklı sanayileşmeden, etkin ve yatırım kararları ile bütünleşmiş mühendisten, bilim, Ar-Ge ve teknolojik gelişmeden yana bir ülke ile kendi kaynakları ve birikimlerine dayalı bir ekonominin önemine işaret etmek istiyorum. Bu bağlamda stratejik öneme haiz, tüm sektörlerde ulusal politikalar oluşturulması; Dünya Bankası, IMF ve benzeri kuruluşların empoze ettikleri “yapısal uyum ve istikrar programları”nın reddedilerek, kendi irademizi egemen kılan politikalar üretilmesi gerekmektedir.
Yatırımların özellikle makina imalat sanayii ve yüksek katma değerli üretim alanlarında yoğunlaştırılması; imalat sanayinin yüksek ve orta ileri teknoloji gruplarına yönlendirilmesi; ara malı ve yatırım mallarını üretecek yatırımlara öncelik vererek bir planlama yaklaşımının benimsenmesi gerekmektedir.
Kamu işletmeciliği ve kamu hizmetleri alanının güçlendirilmesi ve bu kapsamdaki sağlık ile eğitim dahil her türlü özelleştirmeye son verilmesi, sağlık ve sosyal güvenlik ile ilgili yanlış adımlardan geri dönülmesi gerekmektedir. Zira mevcut politikalarla Türkiye duvara çarpacaktır, oysa bunu önlemek olanaklıdır.