Emin KORAMAZ
TMMOB Makina Mühendisleri Odası
Yönetim Kurulu Başkanı
Türkiye’de 1963–1977 arasında uygulanan Beş Yıllık Kalkınma Planlarında “teşvik tedbirleri” ile yatırımlara kaynak aktarımına olanak sağlanmış, sanayinin “lokomotif sektör” olduğu saptamasından hareketle hızlı büyüme oranları ve sanayileşmeye öncelik verilmesi gibi uzun erimli hedefler belirlenmiştir.
1980 sonrasında ise ekonominin neo liberal temeller ve “küreselleşme süreçlerine uyum programları” doğrultusunda yeniden yapılandırılması ile Türkiye genelinde sübvansiyonlar büyük ölçüde kaldırılmış, KİT yatırımları durdurulmuş, büyük ölçekli sanayi kuruluşları ile stratejik kuruluşlar özelleştirilmiş, sabit sermaye yatırımlarında gerileme yaşanmış ve kaynak tahsisi piyasalar yoluyla sağlanmaya başlanmıştır. Öz kaynaklardan çok ithal kaynaklar girdi olarak kullanılmış, küresel güçlerin dayattığı iş bölümü ile fason üretim ve taşeronlaşma imalat sanayiinde egemen kılınmıştır.
Türkiye’de sanayi, iktidarlara, dünya ve ülke konjonktürüne, IMF, Dünya Bankası, Gümrük Birliği, Avrupa Birliği tarafından belirlenen politikalara bağlı olarak önemli dalgalanma ve krizlerin içinden geçmiştir. Kalıcı ve entegre bir modernizasyondan geçmeyen sanayi, bir sanayileşme stratejisinden yoksun kalmış ve küresel rekabeti sürdürebilecek bir eksen ve boyuta kavuşamamıştır. Kısacası bugün, sanayi çevrelerinin de zaman zaman yakındığı gibi bir sanayi politikası yoktur. Sanayi artık lokomotif sektör olmaktan çıkmıştır, sanayileşme, kalkınma ve istihdam odaklı değildir.
Türkiye imalat sanayisinde son 5–6 yıl içinde önemli bir strateji değişikliği görülmektedir. 1995 Gümrük Birliği anlaşması ile birlikte AB ile yapılan dış ticaretin yapısında da önemli sapmalar ortaya çıkmıştır. İthalat artışı ihracat artışından fazla olmuş, ithalat/ihracat makası ihracat aleyhine açılmış, dış ticaret açığı ve cari açık rekor düzeye erişmiştir. Ara mal üretimi azalmış, yatırım malları üretimi rafa kaldırılmıştır. Sanayi girdisi hammaddeler % 73 oranında ithalata dayanmaktadır. Böylelikle ara malı ve yatırım malı üreten sektörler taşeronlaşmaya teşvik edilmektedir. Ara mallarda ithal girdi oranları sürekli artış göstermekte, bu durum KOBİ niteliğindeki işletmelere ağır darbeler vurmaktadır.
Diğer taraftan KOBİ kredilerinin artması, küresel rekabete giremeyen KOBİ’lerin işletme sermayesinde açıklarını kapatmalarına ve daha çok borçlanarak ürün maliyetlerini yükseltmelerine zemin hazırlayacaktır. Yatırım kredileri, KOBİ’lerin bugünkü kriterleri içerisinde çok az firmaya şans tanımaktadır.
AR–GE faaliyetlerinin desteklenmesi için hazırlanan Yasa Tasarısı ise bütünüyle çok büyük işletmeler ve yabancı yatırımların AR–GE merkezleri içindir.
AR–GE çalışmalarının makina imalat sanayiindeki temel önemine karşın durum iç açıcı değildir. GSMH üzerinden sektörde AR–GE’ye ayrılan pay 3,5 milyar dolar ile % 0,8 dolaylarındadır. Bunun 2013 yılında % 2’ye yükseltilmesi için 16 milyar dolara çıkarılması gerekmektedir. Ancak mevcut sanayi politikası ve KOBİ stratejisi ile bu düzeye nasıl ulaşılacağı bilinmemektedir.
Sektör 81 il içinde 10 ilde yoğunlaşmıştır. Firmalarımızın çoğu katma değeri düşük, düşük ve düşük–orta kategorilerdeki teknolojilerde makinalar imal etmekte, bir bölümü de tamamen fason üretim yapmaktadır. Orta-ileri teknoloji aşamasına ulaşan yaklaşık firma sayısı ise yalnızca 50’dir. Yalnızca bu firmalar küresel rekabette yer alabilmektedir. Sektörün bütünü itibarıyla bakıldığında ise, mevcut durum sektörün güçlü olmasını ve üretim yapısını katma değeri yüksek üretime doğru çekmesini mümkün kılmamaktadır.
Sektörün büyüme oranlarında ise düşme görülmektedir. 2002’de % 21,3 olan büyüme 2003’de % 31,9’a çıkmış, 2004’ten itibaren düşmeye başlamış, 2006’da ise % 12,1 olarak gerçekleşmiştir.
Sektör ihracatı 2002’de % 2,1’den 2006’da % 5,7’e çıkmış, ancak ihracat artış hızı (büyüme) yıllara göre düşerken ithalat artış hızı artış göstermiştir.
Makina sektörü ithalatı 2002’de % 6,5 iken 2006’da iki katını aşarak % 13,9 olmuştur. İç piyasadaki ithal makina oranı da 2002’de % 40 iken, sürekli artarak 2006’da % 53 olmuştur.
Türkiye’nin dünya ihracatındaki payı % 0,4; ithalattaki payı ise % 1,3’tür. Türkiye ihracatının üretim girdileri içinde özellikle ara malları başta olmak üzere ithal girdilerin payı artmaktadır. Kısacası Türkiye makina imalatında her yıl net açık veren bir dış ticarete sahiptir.
Makina imalatında daha yüksek katma değer ancak AR–GE alt yapısının geliştirilmesi ve özgün tasarım yeteneğinin oluşturulması ile gerçekleşecektir. Bu da sektörde kalifiye işgücünü zorunlu kılmaktadır. Firmalar bir yandan maliyet/kalite optimizasyonu yaparak rekabet yarışına girmek isterlerken, maliyetleri düşürerek kalifiye işgücünü en alt düzeyde tutmaktadırlar. Mühendislik hizmetlerinin en fazla yapılması gereken bu sektörde, mühendis istihdamı asgari düzeyde tutulmaktadır. Firmaların % 42’sinde hiçbir AR–GE çalışması yapılmamaktadır. Üretime yönelik firmaların yalnızca % 17’sinde AR-GE bölümü bulunmaktadır. Bu durum küresel rekabet koşullarında zorlu bir mücadele veren KOBİ’lerin taşeronlaşmasını hızlandırmaktadır.
Küreselleşmenin özellikle ulusal sanayiler üzerindeki tahribatları, KOBİ’lerin giderek tekelleşen büyük firmalar ve yabancı çok uluslu şirketlerin boyunduruğu altına girmesine yol açmaktadır. Bu işletmeler fason üretimle dünya pazarlarına düşük kâr marjıyla çalışarak imalat yapmaktadır. Bazıları ise iç pazarda dahi başarıya ulaşmak şansına sahip olamamaktadır. Küresel rekabet, konvansiyonel üretimde küçük sanayi için ne yazık ki yok olma rekabetine dönüşmüştür.
Bu noktada yapılması gerekenler önem taşımaktadır. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
Ülkemizin kalkınma stratejileri ulusal bilim, teknoloji, yenilenme politikaları temellerine oturtulmalıdır. Böylesi bir stratejide yerli yatırımcı özendirilmeli ve korunmalı, katma değeri yüksek ileri teknoloji isteyen alanlarda yapılacak yatırımlar desteklenmelidir.
Devletin ekonomide yönlendiriciliği artırılmalıdır. IMF, Dünya Bankası, DTÖ gibi finans kuruluşlarının yönlendiriciliği ile ardı ardına çıkarılan yasalar ve özelleştirme uygulamalarıyla, sanayi tesislerimiz ve kamusal varlıklarımızın yağmalanmasına son verilmelidir.
Daha yüksek katma değerin oluşturulması ve imalat sanayiinin öncelikli sektörlerinin desteklenmesi zorunludur.
Türkiye’deki işletmelerin büyük bir bölümünü oluşturan 200.000’i aşkın küçük ve orta ölçekli sanayi kuruluşlarında hala mühendis istihdam geleneği oluşturulamamıştır. Sanayinin bütününde ve sektörde mühendis istihdamı artırılmalıdır.
Ar-Ge’ye ve eğitime ayrılan pay yükseltilerek gelişmiş ülkeler seviyesine çıkarılmalı, yeni ürün tasarımları yapılmalı ve özgün ürünün tekno ekonomik kapasitedeki tesislerde imal edilmesi sağlanmalıdır. Ar–Ge’ye ayrılan payın sektörde asgari % 1,2’ye çıkarılması zorunludur.
Sektör uygulamaları özelinde devlet, üniversite, araştırma kurumları, meslek odaları, üretici dernekleri ve sektördeki işletmeler arasında koordinasyonu sağlayacak yapılanmalara yer verilmelidir. Bu bağlamda Teknopark uygulamaları ile Organize Sanayi Bölgeleri’ne odaklanacak kümeleşme çalışmalarının doğru uygulamalarla sürece katkısı sağlanmalıdır.
İmalat sanayii ve özellikle makina imalat sanayiinde tasarımı ders programlarına ekleyecek bir üniversite yapılandırılması ve sanayi-üniversite işbirliğine yönelik koordinasyon oluşturulmalıdır.