Yaşanabilir Bir Dünya ve Yaşanabilir Bir Türkiye Özlemi
5 Haziran Dünya Çevre Gününde Sürüyor
05.06.2005
5 Haziran “Dünya Çevre Günü”, 1972 yılından bu yana çeşitli etkinliklerle insan ile çevre, çevre ve doğa ile ekonomi arasındaki ilişkilerin gündeme getirildiği bir gün olarak anılmaktadır. Ancak çevre sorunlarının yoğunluğu, konuyu yalnızca bir günde ele almanın ötesinde ve ciddi politikaların oluşturulmasını da gerektirmektedir.
İnsanların sağlıklı, temiz bir çevre ve doğada yaşamalarının en temel ve doğal hakları olduğu, aynı şekilde çevreye duyarlılığın, insan türüne ve dolayısıyla insan sağlığına duyarlılıkla eşdeğer olduğu açıktır. Bu noktada kapitalizmin dünya ölçeğindeki egemenliği ve azami kâr güdüsünün, çevre-doğa-insan ilişkilerinin karşısına çıkan en önemli engeli olduğu açıklıkla tesbit edilmelidir.
İnsan yaşamının insani öz ve amaçlarına ters düşen sınırsız sömürü ile sermayenin dünya egemenliği kurma çabaları, silahlanmanın vardığı nükleer boyutlar, savaşlar ve yeryüzü ile evrenin evrimine özgü sorunlardan dolayı, zaten sınırlı kaynaklara sahip olan dünyamızın ekolojik yok oluşa doğru sürüklendiği görülmektedir.
İzlenen sanayi politikaları da bu çerçeveye oturmakta; esasen insanı, çevreyi ve doğayı gözetmemektedir. Böylelikle insan ile tüm canlı ve cansız doğa, büyük bir kirlenme, bozulma sürecini yaşamakta; insan yaşamı ve dünya eko sistemi tehlikeye girmektedir.
Diğer yandan günümüzün çevre sorunlarının başında gelen atmosferdeki karbondioksit oranının artışının sebep olduğu küresel ısınma, ozon tabakasındaki deliğin büyümesi ve meydana gelen iklim değişiklikleri sonucu; dünyanın kimi yerlerinde kuraklık hüküm sürerken kimi bölgelerinin sel altında kalma tehlikesi, cilt kanserinin artışı tehlikesi, sulardaki yaşamın zarar görmesi, ormansızlaşma, su kaynaklarının aşırı kullanımı ve kirlenmesi, tarım alanlarındaki verimliliğin azalması gibi sorunlarla karşı karşıya bulunuyoruz.
Yeryüzündeki bu genel durum, ülkemizdeki karşılığını fazlasıyla bulmaktadır. Bu noktada az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin dünya ekolojisine ilişkin sorunları fazlasıyla yaşadığı, endüstriyel faaliyetlerin insan ve toplum yaşamı, çevre ve doğa nezdindeki etkilerinin oldukça tahripkar olduğunu söylemeliyiz.
Odamız, sermaye çevrelerinin daha fazla kâr amacıyla insan sağlığını ve çevreyi yok saymasının doğa tahribatını daha da derinleştirdiğini; çarpık ve sağlıksız kentleşmenin, ranta dayalı plansız yapılaşmanın su ve kanalizasyon sorununu, kentlerin çöp sorunu, gürültü kirliliği, nükleer kirlilik, endüstriyel kirlilik, doğal kaynaklarımızın hiçe sayılarak yabancı sermayenin yağmasına bırakılması gibi sorunları ürettiğini hep dile getirmiştir.
İnsan ve çevreyi eksen alan, sanayi politikaları ile enerji dahil bütün sektörel etkinlikleri içerecek bir çevre yönetimi politikası ve nihayet bütünlüklü bir planlamanın olmaması; çevre sorunlarına ilişkin denetim ve yaptırım eksikliği; ülke zenginliklerinin, ormanlar ve hazine arazilerinin talana açılmasına, yağışların sel felaketlerine, depremlerin katliama, çöp yığınlarının patlamalara dönüşmesine neden olmaktadır. Aynı nedenlerle ülkemizin tatlı su kaynakları korunamamakta, yeraltı ve yerüstü su kaynaklarımız kirletilmekte, nüfusumuzun ancak % 27’sine arıtılmış su verilebilmektedir. Bu zincir, doğal, kültürel, toplumsal ve tarihi değerlerimizin yok edilmesine dek varmaktadır.
Çevre sorunları ve çevre yönetimi ile yakından bağlantılı bir konu da “enerji” politikalarıdır. Enerji sanayinin, üretimin, gelişmenin kalkınmanın en temel girdilerinden birini oluşturmaktadır. Gerek dünyada gerekse ülkemizde nüfus artışına, sanayileşmeye ve teknolojik gelişmelere paralel olarak enerji tüketimi de hızla artmaktadır.
Buna karşılık geleneksel enerji kaynakları olan fosil yakıtların rezervleri ise gittikçe azalmaktadır. Günümüzde dünya enerji gereksiniminin % 80’i fosil yakıtlarca karşılanmaktadır. Dünyada bilinen petrol rezervlerinin ömür 40 yıl, doğal gazın 61 yıl kömürün ise 227 yıl olarak tahmin edilmektedir. Bir yandan fosil yakıt rezervlerinin azalması diğer yandan artan çevre kirliliği ve doğanın tahribi, etkili bir kalkınma için yeni ve yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmeyi zorunlu kılmaktadır.
Metropol ülkeler bir yandan Irak savaşında olduğu gibi zengin ve bol enerji kaynaklarına sahip bölgelerin denetimini ele geçirmeye çalışırken, diğer yandan tükenebilir enerji kaynakları yerine çevre dostu yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmektedirler.
Ülkemizde ise kamusal planlama, kamusal üretim ve yerli kaynak kullanımını reddeden özelleştirme politikalarının, enerji alandaki yatırımların aksama, gerileme ve gecikmesinin temel nedenini oluşturduğunu; yurtiçi hidrolik (suya dayalı) kaynaklardan, yerli ve yenilenebilir enerji kaynaklarından (jeotermal, rüzgar, güneş, gelgit vd.) daha yüksek bir verimle yararlanılmasına yönelik kamusal politika ve uygulamaların yetersiz kaldığını, bugün kamunun bu alandan tümüyle çekildiğini, hidrolik esaslı enerji üretim tesislerinin artık yabancı şirketler tarafından kurulduğunu görüyoruz.
Bütün bu gerçekler de göstermektedir ki, çevre yönetimi ile bütünlüklü bir planlamaya yönelinmelidir. Bu kapsamda, üniversiteler, meslek odaları, sivil toplum örgütleri ve ilgili tüm kesimlerin katılımları ile ulusal enerji ve ulusal çevre politikaları oluşturulmalı; çevrenin ve doğal hayatın korunmasına ilişkin gerekli araştırma ve planlamalar yapılmalı; tarım alanlarına sanayi tesisleri kurulmamalı, çarpık kentleşme ve kıyı yağmalanmasının önüne geçilmeli, sanayi atıkları kontrol altında tutulmalı, arıtma tesisleri şart koşulmalı ve denetlenmeli, atıklar için geri dönüşüm projeleri ve teknolojileri kullanılmalıdır.
Yaşanabilir bir dünya, yaşanabilir bir Türkiye için…
TMMOB
Makina Mühendisleri Odası
Yönetim Kurulu Sekreteri
Ali Ekber ÇAKAR