TMMOB Makina Mühendisleri Odası
Yönetim Kurulu Başkanı Emin KORAMAZ’ın
Eksen Yayıncılık Editörü Nurgül YEŞİLBAĞ’ın Sorularına Verdiği Yanıtlar
(16.04.2008)
Sayın Emin Koramaz; sizi kısaca tanıyabilir miyiz?
Emin KORAMAZ: Öncelikle Oda çalışmalarımıza yayınlarınızda gösterdiğiniz sürekli ilgi için teşekkür ediyorum.
ODTÜ Mühendislik Mimarlık Fakültesi Makina Mühendisliği bölümü mezunuyum. 1988 yılında mezun oldum. Okuldan mezun olduğum günden beri tesisat sektöründe hizmet veren firmalarda çalıştım, çalışıyorum.
Oda çalışmalarına aktif olarak 1988 yılında Oda ihtisas komisyonlarında görev alarak başladım. Odanın Doğalgaz, Kazan ve Tesisat, Asansör ve daha birçok Komisyonlarında görev aldım. 1993 yılından bugüne yönetim organlarında çeşitli kademelerde görevlerde bulundum.
1993 yılında Oda Yönetim Kurulu Üyeliği, 1994–1996 yılları arasında Oda Yönetim Kurulu Sayman ve Sekreter Üyeliği, 1996–1998 yılları arasında Oda Yönetim Kurulu Sekreter Üyeliği, 1998–2000 yılları arasında Oda Yönetim Kurulu Başkan Vekilliği görevlerini üstlendim. 2000–2002 yılları arasında Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği-TMMOB Yönetim Kurulu Yedek Üyeliği görevi yaptım.
Odanın Genel Kurul seçimlerinde yeniden başkan seçildiniz büyük bir çoğunlukla. Kaçıncı dönem başkanlığınız? Ülke genelinde MMO’nun seçimleri son günlerde gerçekleştirdi. Genel Kurulları ve seçim sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Emin KORAMAZ: Mart 2002’den itibaren üç dönem Oda Yönetim Kurulu Başkanlığı görevinde bulundum. İçine girdiğimiz yeni dönem ise dördüncü dönemim olacak.
Şube Genel Kurullarımız Ocak ayında, 81 ilimizi kapsayan 18 Şubemizde yapıldı. Yapılan seçimlerde demokrat, çağdaş mühendislerin yönetimlerinin sürekliliğini sağlayacak listeler kazandı.
Biliyorsunuz, Genel Kurullar en üst organlarımızdır. Genel Kurullarımızda örgütlü üyelerimiz, Şubelerimiz açısından bir çalışma dönemimizin daha değerlendirmesini yaparak, yeni dönem çalışma programına ışık tutarak yeni yönetimlerini katılımcı bir süreç sonunda seçtiler.
IMF, Dünya Bankası, AB politikaları ve ülkenin karanlık bir geleceğe sürüklenmeye çalışıldığı bir dönemde, MMO’ya üye makina, endüstri, işletme, uçak, havacılık ve uzay mühendisleri Odamızın yurtsever, antiemperyalist, toplumcu çizgisine sahip çıktılar.
Ülke genelinde demokrat, çağdaş mühendislerin yönetiminde olduğu Odamız, Şube Genel Kurullarından aldığı güçle, Oda bünyesindeki olağan farklı eğilimleri ülke, kamu, toplum, meslek ve meslektaş çıkarları ile demokratikleşme, barış, sanayileşme ve kalkınma amaçları doğrultusunda birlik ve dayanışma içinde bir arada tutarak geçtiğimiz hafta sonunda yaptığımız Oda Genel Kurulunda bu tutumu taçlandırdılar. Gerek Şube Genel Kurullarımız gerekse Oda Genel Kurulumuz, aktif katılımcılık ve demokrasi atmosferinde gerçekleşmiştir. Bu nedenle Genel Kurullarımızı “demokrasi şöleni” olarak da niteledik.
Oda örgütlülüğümüz bu özelliği ile bence birçok meslek örgütüne örnek olabilecek bir durum veya konumdadır diyebilirim.
Geçmiş döneminizin bir değerlendirmesini yapmanızı istesem bizlere neler söylersiniz? Hangi konular ya da alanlarda başarılı sonuçlar elde ettiniz ve size göre başarılı sonuçlar alamadığınız alanlar var mı? Varsa hangi alanlar ve başarısızlığı getiren nedenler nelerdir?
Emin KORAMAZ: Çok şey söylemek olanaklı, ancak bazı özet bilgiler de aydınlatıcı olacaktır.
Meslek İçi Eğitim Merkezlerimizde (MİEM), kurulduğu tarih olan 1998’den bu yana kanalıyla 25 ayrı uzmanlık dalında 37 bin üyemiz 1.726 kurstan geçerek belgelendirilmiş; yalnızca 2006 Nisan–2008 Mart arası 41. Çalışma Döneminde ise 728 kurs sonucu 14 bin 654 üyemiz belgelendirilmiştir.
Yalnızca bu çalışma döneminde, MİEM dışında, Şubelerimizde mesleki, teknik konularda toplam 586 eğitim ve seminer düzenlenmiş; 207 konferans, panel, söyleşi gerçekleştirilmiştir.
2004 yılındaki Basınçlı Kaplar ve Kaldırma İletme Makinalarının Periyodik Kontrolleri ile Teknik Ölçüm ve Analiz Hizmetleri kapsamlarında ‘A’ Tipi Muayene Kuruluşu olmuştuk. Akreditasyon/Onaylanmış Kuruluş çalışmalarımıza, 2007’de Bacagazı Merkez Laboratuarı Akreditasyonu ile Personel Belgelendirme Kuruluşu Akreditasyonunu, 2008’de de MMO Asansör Kontrol Merkezinin Asansörlerde CE işaretlemesini de kapsayan Onaylanmış Kuruluş Akreditasyonunu ekledik.
Belgelendirme/Belge Onayları, Bilirkişi-Hakem-Uzmanlık-Teknik Danışmanlık ve özetle söylersem; basınçlı kaplar/kazanlar, kaldırma ve iletme makinaları ve asansörler, gürültü ve titreşim, bacagazı emisyonu ve toz, yeraltı akaryakıt tankları, motorlu araç şasi numaralarının orjinalliği, egzoz emisyonu, LPG’li araç gaz sızdırmazlığı ve kalibrasyondan oluşan Teknik Kontrol ve Ölçümlerde bu dönemde toplam 1 milyon 959 bin 397 işlem yapılmış olması, mesleki – toplumsal hizmetlerde ulaştığımız bir başka büyük ölçeğe işaret etmektedir.
Bu dönemizde gündeme gelen LPG Yasası ve 200 bin civarındaki LPG piyasası personelinin eğitimi ile ilgili yönetmelik, Yeni ve Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Üretiminde Kullanımına İlişkin Yasa, Enerji Verimliliği Yasası ve ilgili yönetmelik gibi birçok yasa ve yönetmeliğin çıkmasında birinci dereceden aktif katkılarımız bulunmaktadır.
İlgili Oda içi yönetmelikler; yasalara bağlı olarak kamu kurum ve kuruluşlarıyla birlikte hazırlanan yönetmelik ve ikincil mevzuatlar; eğitim ve belgelendirmeler ile üyelerimizin alanlarında birer uzman olarak faaliyet göstermesi sağlanmış, mesleki denetimin gereği kamu kuruluşlarına benimsetilerek sürekli olarak yeni iş olanakları yaratılmış, mesleki denetimin ulusal ve uluslararası tanınırlığı doğrultusunda önemli adımlar atılmıştır.
Uzmanlık alanlarımıza giren Mekanik Tesisat, Araç İmalat Tadilat Montaj Projeleri, Asansör, LPG, Doğalgaz uygulamaları v.b. alanlarda yürütülen SMM Hizmetleri ile Enerji Verimliliğine yönelik yasa, yönetmelik ve ikincil mevzuat hazırlama süreçleri, LPG’li araç denetimleri, LPG piyasası personeli eğitimleri, iş güvenliği, yapı denetiminde çalışan üyelerimizin eğitimi yoluyla özellikle 2000 yılı sonrasında 10 bini aşkın üyemize yeni iş alanları yaratılmıştır.
Yine bu dönemde mesleki-teknik konular, Oda raporları, etkinlik bildirileri ve diğer etkinlikler ile baskısı tükenen ve güncellenerek basılan 25 kitapla birlikte toplamda 87 kitap basımı gerçekleştirilmiştir. Mühendis Makine, Endüstri Mühendisliği, Tesisat Mühendisliği adlı dergilerimiz ve Oda Bültenimizin yayınlanması ise periyodları aksamaksızın sürdürüldü.
Her dönem on binlerce üyemizi bir araya getiren ve etkileri meslek alanlarımız ve Oda dışına yayılan 25 kongre, kurultay, sempozyum etkinliği gerçekleştirdik.
Mesleki, sosyal konular ve Oda etkinlikleriyle ilgili 215 basın açıklaması yaparak görüşlerimizi kamuoyu ile paylaştık.
Mühendislik tasarımından asansörler, LPG’li araçlar, makina imalat sanayii, KOBİ’ler, enerji, ulaşım, demiryolu, iş sağlığı ve güvenliği ve özelleştirmelere kadar 16 konuda çok değerli Oda Raporları yayınladık.
ERDEMİR ve Karayolları Araç Muayene İstasyonları/Hizmeti özelleştirmelerine karşı açtığımız davalarda Danıştay yürütmeyi durdurma kararları verdi. Hukuk alanındaki mücadelemiz ile ülkemiz kamu işletmeleri ve kamu hizmetlerine biçilmek istenen yazgıya karşı başarılı bir şekilde direndik. TÜPRAŞ ve TELEKOM davalarına müdahil olduk.
69 bin üyemizin tamamı ve borcu olmayan üyelerimize herhangi bir ücret talep etmeksizin Ferdi Kaza Sigortası yapılması uygulamasını, merkezi bir şekilde bütün Şubelerimizde başlattık. İki ay içinde 25 bin üyeyi sigortaladık.
Doğrusu bütün bunları düşününce, Oda merkezi ve Şubelerimizin boş gününün olmadığını, olağanüstü bir çalışma temposu içinde olduğumuzu görüyoruz. Doğal ki çok yoruluyor ama gurur da duyuyoruz.
“Başarısızlıklar”a gelince. Ülkemiz ve mesleğimiz aleyhine onca olumsuz gelişmenin yaşanmasına karşın özel bir başarısızlığımızın olmadığını söyleyebilirim. Açıkçası, bir önceki Genel Kurulumuzun onayı ve Oda Danışma Kurulumuzda şekillenen Çalışma Programında öngörülen çalışma ve hedefler neredeyse tamamen yaşama geçirilmiştir. Kuşkusuz eksiklerimiz bulunmaktadır. Ancak programlı bir şekilde ve kurumsallaşarak ilerliyor, eksiklikleri kurumsal olarak giderecek yönelimleri benimsemiş bulunuyoruz.
Ülkemiz genelinde alınan kararlarda etkin rol oynadığınızı düşünüyor musunuz?
Emin KORAMAZ: Abartmamak, bazen karar almaya ve bazen de karar değil de yönelim belirlemeye etkide bulunma anlamında olmak kaydıyla, bazı konular için evet diyebilirim. Bir de tabii ölçülebilir, görülebilir, hissedilebilir etkileriniz vardır; ama bir de ölçümü güç, zamana yayılmış, dolaylı etkileriniz vardır. İkincisine ilişkin görüşlerim, sezgilerim, dolaylı bilgilerim var ama hoş görünüzle bunları saklı tutayım. Zira ölçülebilir, görülebilir olanın gücü objektif olarak daha yüksektir ve gereksiz tartışmalara da yol açmaz.
Bazı örnekler verebilirim; kuşkusuz, başkalarının emek ve katkılarını dışlamamak kaydıyla.
2006 yılı içinde gündeme gelen “Mesleki Yeterlilik Kurumu Kanun Tasarısı”nda, mühendis, mimar ve şehir plancılarının yeterliliklerinin esaslarını, denetimini, ölçmesini, belgelendirmesini ve sertifikalandırmasını adı geçen kurumun yapması öngörülerek, TMMOB ve Odalarımız devre dışı bırakılmak istenmişti. Başta Odamız olmak üzere TMMOB bütünlüğünde aktif çaba gösterdik. Nihayetinde, meslek disiplinlerimizin bu yasa kapsamından çıkarılması sağlandı.
Önceki Cumhurbaşkanı tarafından veto edilen ve şu an TBMM’de bulunan “Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun” ile de yabancı mühendislerden istenmesi zorunlu olan denklik belgesinin kaldırılması, yabancı mühendis ve mimar istihdamında Bayındırlık ve İskan Bakanlığı ile TMMOB’nin görüş bildirmesi uygulamasına son verilmesi istenmektedir. Odamız ve TMMOB bu konuda büyük bir miting örgütlenmesinden kamuoyu etkinliklerine dek önemli çabalar sarf etmiştir. Bu nedenle tasarı TBMM’nin geçen dönem çalışmalarında gündeme gelip, sonra arka sıralara itildi. Şimdi bu konu, demoklesin kılıcı gibi TBMM gündeminde tutulmaktadır.
1963’ten beri yapılan ama 1990’lardan bu yana daha organize bir şekilde düzenlediğimiz Sanayi kongrelerimizdeki saptamaların dolaylı ve dolaysız etkileri göz ardı edilemez. Bugün Türkiye sanayisinin dışa bağımlılığı, ihracatın ithalata bağımlılığı, ithal girdi oranının yüksekliği, sanayinin taşeronlaşma ve fason üretime yönlendirildiği, orta ve ileri teknoloji tasarım ve üretimine yönelmek gerektiği, Ar-Ge’ye önem verilmesi v.b. gibi en temel başlıklarda Odamız ve TMMOB’nin büyük katkıları bulunmaktadır. Bunları önce biz söyleriz, önce az sayıdaki değerli iktisatçı söyler, sonra sonra, çok sonra TOBB söyler, TÜSİAD ve hükümetler söyler.
Son çıkan Ar-Ge Yasasında da böyle oldu. Yasa tasarısı o kadar yabancı sermaye lehine idi ki, yabancı sermaye ile kol kola olan TÜSİAD bile dayanamadı, TBMM’deki ilgili komisyona mektup gönderdi.
Makina imalat sanayii, KOBİ’lerde, birçok konuda böyledir. Doğal gazda da böyledir, yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımında da böyledir Uzun yıllardan beri düzenlediğimiz doğal gaz kongreleri, diğer çalışmalarımız ve konuya ilişkin Oda Raporlarımızla, Türkiye’nin doğal gaz temin ve tüketim politikalarında dışa bağımlılığı ve neler yapılması gerektiği konusunda öncülük yaptığımızı söyleyebilirim.
Tesisat kongrelerimiz kanalıyla tesisat sektörüne çok ciddi katkılarda bulunduk. İş sağlığı ve güvenliği kongrelerimizle yapılması gereken düzenlemeleri vurguladık. 25 kongre, kurultay, sempozyum etkinliğinde kamu başta olmak üzere, üniversite, sektör, mühendisler ve uzmanlar dahil bütün tarafları bir araya getirip, tartıştık, çözüm önerileri sunduk. Bunların ilgili karar mercilerinde yankı bulmaması olanaklı değildir.
Biraz önce değindiğim LPG Piyasası Yasası ve bu piyasadaki personel eğitimleri yönetmeliği, Yeni ve Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Üretiminde Kullanımına İlişkin Yasa, Enerji Verimliliği Yasası ve ilgili yönetmelik gibi birçok yasa ve yönetmelikte doğrudan katkılarımız var.
Aksi yönde olsa da özelleştirmelerde var.. Açtığımız davalar üzerine yönetmelik, yasa ve Anayasa değişikliği yaptılar. Buna karşın Danıştay’ın yürütmeyi durdurma kararları vermesi önemlidir. Bu kararların uygulanmaması ise bir hukuk garabeti olarak ortada durmaktadır.
Dile getirdiğimiz doğrular doğrultusunda etkimiz olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bizim bir tek amacımız var, ülkemiz, halkımız, kamu mülkiyeti, kamu işletmeciliği, kamu hizmetlerini savunmak ve bunlarla bire bir bağlantılı olan meslek ve meslektaş çıkarlarının korunmasıdır.
AR-GE Yasası konusuna değinmek isterim izninizle; bu konuda ülkemizin durumu nedir, hangi aşamadayız ve nelerin oluşturulması gerekiyor? Bizler ülke olarak neden teknoloji üretemiyoruz?
Emin KORAMAZ: Önce mevcut durumu açıklayayım isterseniz. Yeni ürün ve ürün geliştirmede Ar-Ge, teknoloji geliştirmenin işlevsel bir aracı olup, yeni ürünün tasarım ve imalatında olduğu kadar, ürün geliştirmede de büyük öneme sahiptir. İmalat sanayiinde teknolojinin gelişmesi için Ar-Ge vazgeçilmezdir. Temel bilimsel Ar-Ge, herhangi bir sanayi sektöründe radikal yenilik yapmanın ön koşuludur. Bu tür faaliyetlerin yoğunluğu ilgili sektöre, konuma ve genelde ulusal teknoloji kapasitesine bire bir bağlıdır. Her ne şekilde olursa olsun sanayi sektöründe teknolojik gelişme Ar-Ge faaliyetleri ile iç içedir. Eğer bir ülkede Ar-Ge altyapısı kurulmuş ise, sanayinin rekabet edebilecek boyutlara erişmesi ve yeni ürünleri istenilen kalite ve maliyette ihraç edebilmesi olanaklı olabilir.
Ancak Ar-Ge altyapısının kurulması için GSMH’nın bir bölümünün buraya aktarılması yaşamsal bir önem taşır. Ar-Ge faaliyetlerinde özgün ürün çok önemlidir. Özellikle yatırım malı üreten sektörlerde, kullanıcıdan (müşteri) gelen talebe, pazarın gereksinimlerine ve rakip ürünlere göre, üstünlük sağlayıp öne geçebilmek için Ar-Ge faaliyetlerini belirli bir düzeye getirmek önemlidir. Bunun için, maddi kaynakların bu yöne akıtılması ne kadar zorunlu ise nitelikli insan gücünü (mühendis, teknisyen, bilim adamı) seferber etmek de o kadar gereklidir.
Fakat Ar-Ge’nin kimi ülkelerde GSMH’deki payına baktığımızda, örneğin İsveç’in % 3,9, G. Kore’nin % 3, İtalya’nın % 1, Türkiye’nin ise binde 7’de kaldığını görüyoruz. Türkiye’de üniversitelerin Ar-Ge payı % 61’dir, diğer ülkelerde ise % 20–40 arasında bir oranda değişmektedir. Gelişmiş ülkelerde Ar-Ge projeleri özel ve kamu kesimine kaymıştır. Türkiye’de ise özel sektörün payı % 32, kamu şirketlerinin ise % 7’dir. 10 bin kişide istihdam edilen Ar-Ge çalışanı sayısında ise Türkiye 14 kişi ile dünyada yine sonuncu sıralardadır.
Bu durumu değiştirmek gerekirken son çıkan 5746 sayılı Ar-Ge Faaliyetlerini Destekleme Yasası, bütün uyarılarımızın aksine, vergi muafiyetleri teşvikine 500 personel sınırı getirmiştir. Bu durumda KOBİ’lerin tamamı ve büyük sanayi şirketlerinin çok büyük kısmı kapsam dışında kalmaktadır. Yasa, hemen hemen bütünüyle, Türkiye’de Ar-Ge üssü kurarak, araştırmanın maliyetini en aza düşürmek isteyen yabancı sermayeli firmalar için hazırlanmıştır. Bu büyüklükte personel istihdam edecek söz konusu firmalar otomotiv, elektronik ve iletişim makina cihazları yapan sektörlerde yer almaktadır ve sayıları 10–15’i geçmez.
Düşük katma değerli ürünlerin yerine ileri teknoloji kullanarak yüksek katma değerli ürünlere yönelecek yerli firmalar, bu sınırlama ile teşvikten yararlanamayacaklar. Halen GSMH’nın binde 7’sini Ar-Ge’ye ayıran Türkiye, bu durumda yine bu oranı artıramayacak, örneğin otomotiv sanayiindeki katma değerin büyük bir kısmı yine yurtiçinde kalmayacak, yalnızca yabancı sermayeli büyük şirketlerin Ar-Ge maliyetinin düşmesi sağlanacaktır.
Yasanın ruhunda Ar-Ge yatırımlarının artması gibi bir ilke yer alamamaktadır. Yasa KOBİ’lerde ve Ar-Ge yapan büyük şirketlerde bir istihdam artışı ortaya çıkarmayacak, aksine daralma söz konusu olacaktır. Türkiye’deki eğitim programları Ar-Ge’de çalışabilecek nitelikte mühendis mezun etmemekte; yetenekli ve araştırmaya istekli elemanlar, şirketlerde meslek içi eğitimle deneyim kazanmaktadırlar. Yasa, KOBİ’lerin bu bağlamda personel çalıştırmanın teşvikine ışık yakmadığından araştırmadaki insan sayısı, yine belirli oranların üstüne çıkmayacaktır.
Oysa imalat sanayii, “teknoloji yoğun” olma niteliği itibarıyla Ar-Ge harcamalarına ciddi bir fon ayrılmasını gerektirmektedir. Teknolojinin ilk işlevi ürün geliştirmede sürecin hızlandırılması, hem ürün geliştirme hem de ürün maliyetlerinin düşürülmesine olan katkısıdır. Ancak Türkiye’nin imalat sanayii katma değerinin yaklaşık % 71’i düşük ve orta-düşük teknoloji gruplarından sağlanmaktadır. Daha vahimi, 2006’ya kadarki 20 yıllık dönemde imalat sanayiinde önemli bir teknolojik gelişim olmamıştır.
Aynı şekilde imalat sanayi sabit yatırımları % 70 oranında orta-düşük ve düşük teknoloji gruplarında gerçekleşmektedir. Bu durum bizim yaptığımız bir incelemeye göre son 16 yıllık dönemde fazla bir değişim göstermemiştir.
İşte bu gerçeklerin tamamen değişmesi gerekmektedir. Düşük ve orta düşük teknoloji üretimi ve ithal teknolojiler ile Türkiye bir yerlere varamayacak, dışa bağımlılığı sürecek ve sorunları kangrenleşecektir.
Makine Sektörünün durumunu değerlendirmenizi istesem; nerdeyiz, sorunları nedir sektörün ve neler yapmalıyız?
Emin KORAMAZ: Makina imalat sanayinin imalat sanayi içinde özel ve önemli bir yeri var. Bu sektör dünyada “mühendislik sanayi” veya “makina mühendisliği sanayi” olarak kategorize edilmekte ve bilinmektedir. Mühendislik ve araştırmanın yoğun ve vazgeçilmez olduğu bu sektör ekonomi içinde de bir çekici rolünü üstlenmiştir. GSMH içindeki payı yüksek olmasa bile bu sektör her dönemde lokomotif sektör olma özelliğini sürdürmüştür.
Makina imalat sanayi imalat sanayinin hemen bütün sektörlerine girdi verir, bu sektörlerin itici gücü olur. Makina imalatının gelişmesi diğer imalat sanayinin gelişmesi ile iç içedir. Örneğin gıda sanayi; gelişmesi ile ihtiyacı olan makinaları bu sektörden alır, hem makina imalat sanayini geliştirir hem de bu sektördeki mühendislik disiplinini harekete geçirerek kendi gelişme trendini yükseltir. Bu birçok sektöre yatırım malı ürettiği için aynen geçerlidir. Özellikle otomotiv sanayi, metal eşya sanayi, tekstil sanayi, metal ana sanayi yatırımlarının ana makina ve donanımlarını sağlayan sektör, yeni gereksinme ve taleplere göre gelişme hızını ve üretim kompozisyonlarını belirler. Yeni makina imalatları ile sanayinin ve ekonominin itici gücü olur.
Bu sektörün üretimlerinin diğer sektörlerden farkı, her aşamada proje, Ar-Ge ve mühendislik tasarımlarının yapılması zorunluluğudur. Makinalar, makina aksam ve aletleri, talep edenin (diğer sektör ve kullanıcılar) isteğine ve diğer ürünlerin çeşitlilik ve fonksiyonlarına göre tasarım ve proje aşamasından geçer, yeniden planlanır ve imalata girer. Yine kullanıcı isteklerine göre takım ve aparatlar da değiştirilir, modifiye edilir ve yeniden üretilir. Ürün geliştirme veya yeni ürün tasarımı Ar-Ge çalışmaları ile yapılır. Makina imalat sanayi Ar-Ge ile iç içe yaşar. Ar-Ge çalışmaları bu sektörün gelişmesinde, teknolojisinin yenilenmesinde önemli bir rol oynar.
Bu sanayinin bir özelliği de teknoloji yoğun bir sektör niteliği taşımasıdır. İmalat sanayi içinde yüksek teknoloji uygulayan 100 firmadan 60’ı bu sektör içinde yer almaktadır.
Sektör genel amaçlı makina imalatı ve özel amaçlı makina imalatı kapsamında 18 alt sektörü, 91 ürün grubunu ve binlerce ürünü içermektedir.
Sektörde yer alan firmaların % 77’si KOBİ niteliğindeki küçük ve orta boy firmalardır. Sermayesi 5 milyon YTL’nin üzerinde yalnızca 7 firma vardır. Firmaların % 66’sı Marmara, Trakya ve Ege bölgesinde imalat yapmaktadır. Şirketlerin yalnızca % 26’sı Anonim Şirket statüsündedir. Kurumsal yapı itibarıyla rekabet gücünden yoksun, yeniden yapılanması zorunlu binlerce işyeri vardır. Yıllık satış hacmi 830.000 $’a kadar olan firmalar toplamdan % 57 pay almaktadır. Özetle söylemek gerekirse makina imalat sanayi kurumsal ve mali yapısı ile AB bütünleşmesine hazır değildir.
İmalat sanayii yatırım yoğunluğu 2007 yılında sadece % 14’tür. Makina imalat sanayinin toplam sabit sermaye yatırımları içindeki payı ise yalnızca % 2,2’dir. Bu tablonun katma değer artışlarına da yansıması kaçınılmaz olmuştur. Son beş yılda, yıllık ortalama katma değer artışı % -6’dır. Yatırımların aynı dönemdeki yıllık artış hızı ise % 2,4 olmuştur.
Makina imalatı sanayinin 2007 yılında kesinleşmemiş (tahmini) üretim değeri 14,5 milyar dolardır. Kapasite kullanım oranı ise % 77,1’dir. Son on yılda sektör üretiminin ortalama yıllık artış hızı % 19 civarındadır. Alt sektörlerin kapasite kullanım oranları birbirine yakındır. Sanayi fırın ve brülörleri, tarım ve orman makinaları, gıda, içki ve tütün üreten makinalarda biraz da yüksektir.
Makina imalatı sanayinde genel olarak orta-ileri teknoloji düzeyi hakimdir. Makina imalatı sanayinde hiçbir alt sektör gelişmiş ülkeler düzeyinde bir ölçeğe (kapasite) sahip değildir.
İmalat sanayinde teknoloji düzeyine göre yaratılan katma değer ele alındığında 2005 yılında, yüksek teknolojinin katma değer içindeki payı % 5,7’dir. Aynı yıl için bu oran G. Kore’de % 20,5; ABD’de % 17,3, Japonya’da % 15,1 ve Meksika’da % 8,5’dir. Türkiye’de katma değerin büyük bir kısmı (% 71,2), düşük ve orta-düşük teknolojiler tarafından yaratılmaktadır. Genel olarak Türkiye sanayisi, özel olarak makina imalatı sektörü düşük teknolojik ürünler imal etmektedir. Bu durum ihracata da yansımakta; düşük ve orta-düşük teknolojik ürünlerin Türkiye ihracatındaki payı % 73 olmaktadır. Tablo sabit sermaye yatırımlarında da aynıdır. 2005 yılındaki yatırımlarda düşük ve orta teknolojiler yatırımlarda % 70 paya sahiptir. Yüksek teknolojinin oranı yalnızca % 3,27’dir.
Makina imalatı sektöründe ihracatın ithalatı karşılama oranı 2006 yılında % 41 olmuştur. Sektör büyük çapta ithalata bağımlıdır. İmalat sanayinin geneli ele alındığında bu oran % 72’dir. Ancak makina imalatında 1990 yılında ihracatın karşılama oranının % 5,5 olduğu hatırlanmalıdır.
Makina imalat sanayi düşük bir katma değer yaratmaktadır. Sektörde işçi başına katma değer artışı oldukça düşüktür (% 1). Birim ücret başına katma değer ise on yıllık dönemde ortalama yıllık % -1,7 oranında azalmıştır. Diğer sektörlerle de kıyaslandığında çalışanlar yönünden makina imalatı sektörü düşük bir performans göstermektedir. Sektörde ücretin katma değer içindeki payı 1987 yılında % 23,5 iken 2005 yılında % 10,1’e düşmüştür. Bu ölçüde düşüş hiçbir sanayi sektöründe yoktur.
Makina imalatında mühendis istihdamı oldukça düşüktür, toplam istihdam içinde mühendis oranı % 1,5’tir. Sektörde aksi olması gerekirken niteliksiz iş gücü oranı yüksektir ve % 67,9’u bulmaktadır. Sektör içindeki mühendislerin % 56’sı 1,5 milyar TL’ye kadar ücret almaktadırlar. Bu durum mühendis yoğun bir sanayi için kolay kabullenilecek bir tablo yaratmamaktadır.
Sektörde AR-GE faaliyetleri ise yetersiz olup % 1 civarındadır. Gelişmiş ekonomilerde bu oran % 2,8–3,2 civarında olmaktadır. Firmalar, AR-GE için ayrılmış destek ve fonlardan çok az miktarda yararlanabilmektedirler. AR-GE faaliyetleri olmadan makina imalat sanayinin gelişmesi mümkün değildir.
Makina imalatı sektörü, Gümrük Birliği sürecinin ve ekonomik krizlerin olumsuz koşullarına karşın belirli bir büyüme ve katma değer artışı göstermiştir. Ancak rekabet gücünü sağlayan bir takım faktörler (makina direktifleri, CE belgeleri, akreditasyonu gerektiren belgeleme v.s.) henüz yetersiz olup göstergeler sektörün rekabet gücü kazanamadığını göstermektedir.
Makina imalatında mevcut teknolojiden maksimum yararın sağlanması, bunun için bilimsel kurum, üniversite ve ilgili Oda ve sektör dernekleri ile işbirliği yapılması zorunludur. Gerek ürün gerekse yönetim teknolojilerinin geliştirilmesi ve etkin kullanımı için kaliteli insan gücüne dayalı personel ve eğitim politikaları uygulanmalıdır. Burada özel olarak mühendislere yer ve inisiyatif verilmesi zorunludur.
Makina imalatında yeni ürünlerin tasarımı ve/veya inovasyon için en önemli kaynak kullanıcı ve etkin mühendislik hizmetidir. Türkiye’de makina imalatçıları bu kaynağı ihmal etmektedirler. Gerçekte bu kaynaklara dayalı ürün geliştirme; maliyetleri optimize edecek ve AR-GE çalışmaları rasyonel olacaktır. Rekabet için de “ürün geliştirme yeteneği” artırılmalı ve AR-GE altyapısı sağlıklı biçimde oluşturulmalıdır.
Makina imalatı sanayinde ölçek ve teknoloji alanında haksız rekabeti önleyecek bir yeniden yapılanmaya her zamankinden fazla gereksinim vardır. Tüm ilgili kuruluşları içine alan bir “sorunlar, çözümler ve stratejiler” çalışması Türkiye’de makina imalatı sektörünün vizyonunu da büyük çapta ortaya koyacaktır.
42. dönem için plan ve programınız nedir? Gündeminizi oluşturacak konular nelerdir?
Emin KORAMAZ: Özellikle 1994 yılından bu yana “birlikte üretme, birlikte karar alma, birlikte yönetme” esprisine sıkı sıkı sarılarak, Odamızda yapılacak işleri Genel Kurullar ve Danışma Kurullarımızda hep birlikte planlıyoruz. Birkaç gün önceki Genel Kurulumuzda dile getirilen öneriler ve benimsenen Çalışma Programı Taslağı, işleyişimiz gereği Oda Danışma Kurulumuza sunulacak ve ondan sonra yeni dönemin çalışmaları başlayacak. Bu nedenle şimdi ayrıntıya girmem doğru olmaz ancak, ülkemiz ve dolayısıyla mesleğimizin aleyhine ekonomik politikaların izlenmesi, yasa ve mevzuat alanlarının bu açıdan takibi ve katkılarımızın örgütlenmesi; mevcut çalışmalarımızın düzeyini korumak, mesleki denetim ve teknik hizmetlerimizde ölçütleri geliştirmek, akreditasyon çalışmalarımızın gerektirdiği hizmet düzeyini oluşturmak; mesleki toplumsal konulardaki kongre, kurultay etkinliklerimizi daha etkin bir şekilde örgütlemek; üyelerimize yönelik yeni sosyal hizmetler sunmak gibi hedeflerin önümüzde durduğunu ilk elden söyleyebilirim.
İletmek istediğiniz bir mesajınız veya değinmek istediğiniz konular varsa bunları alabilir miyiz?
Emin KORAMAZ: Şöyle genel hatlarıyla baktığımızda, sanayinin tüm sektörleri ele alındığında ithal girdi oranının % 73 gibi yüksek bir düzeye ulaştığını görüyoruz. Bu durum, çok övünülen ihracatın, ithalata bağımlılığını ve katma değerin yurt dışına akışını belgeliyor. Diğer yandan cari açığın GSMH’ye oranı 2002’de binde 6 iken, 2007’de bu değerin % 9,5’a ulaşmış olması ciddi bir sinyal vermektedir. Türkiye ekonomisi cari açığını dış borçla kapatan, sıcak para akışına mahkum, yüksek cari açık, yüksek dış borç ve süreklileşmiş işsizliğe dayalı kırılgan ve sürekli kriz tehdidi altında bir yapıya dönüşmüştür. Bu durum Türkiye’nin küresel gelişmelere bağımlılığını daha da artırmıştır. Mevcut uluslararası sistem “morgage olayı” ile yeni bunalım ve krizlere çok açık bir süreci yaşamaktadır. Morgage’in ABD ekonomisinde yol açtığı 1 trilyon dolar civarındaki maliyet ile Irak işgalinin 3 trilyon doları bulan maliyeti ve ABD’nin büyük bütçe açıklarının dünyaya ve özellikle bizim gibi ülkelere fatura edilmesi kaçınılmazdır. Bu durum ile sanayi ve ekonomimize ilişkin birikmiş olumsuzlukların çakışması, Türkiye’nin önemli zorluklarla karşılaşacağının işaretleridir.
Bu noktada planlı bir kalkınma ve istihdam odaklı sanayileşmeden, etkin ve yatırım kararları ile bütünleşmiş mühendisten, bilim, Ar-Ge ve teknolojik gelişmeden yana bir ülke ile kendi kaynaklarına-birikimlerine dayalı bir ekonominin önemine işaret etmek istiyorum. Bu bağlamda stratejik öneme haiz, tüm sektörlerde ulusal politikalar oluşturulması; Dünya Bankası, IMF ve benzeri kuruluşların empoze ettikleri “yapısal uyum ve istikrar programları”nın reddedilerek, kendi irademizi egemen kılan politikalar üretilmesi gerekmektedir.
Yatırımların özellikle makina imalat sanayii ve yüksek katma değerli üretim alanlarında yoğunlaştırılması; imalat sanayinin yüksek ve orta ileri teknoloji gruplarına yönlendirilmesi; ara malı ve yatırım mallarını üretecek yatırımlara öncelik vererek bir planlama yaklaşımının benimsenmesi gerekmektedir.
Kamu işletmeciliği ve kamu hizmetleri alanının güçlendirilmesi ve bu kapsamdaki sağlık ile eğitim dahil her türlü özelleştirmeye son verilmesi, sağlık ve sosyal güvenlik ile ilgili yanlış adımlardan geri dönülmesi gerekmektedir. Zira mevcut politikalarla Türkiye duvara çarpacaktır ama bunu önlemek olanaklıdır. Bu inançla çalışmalarımıza devam edeceğiz.
Teşekkür ediyorum.