Çin nasıl başardı: Sanayileşmeyi başaramayan ülkelerde eksik olan nedir?

Bu yazı iktisatçı Prof. Dr. Wen Yi’nin Pekin Üniversitesi “Kuşak ve Yol Girişimi Uluslararası İşbirliği Zirvesi Ulusal Düşünce Kuruluşu Forumuna Katkı” konuşmanın Çinceden çevirisidir.

Bugün “büyük Çin sanayi devrimi” üzerine konuşacağım. Konuşmamda esas olarak Çin’in ekonomik gelişmesi, gelecekteki yönelimi ve diğer gelişmekte olan ülkelerin karşılaştığı yeni sorunlar üzerinde duracağım.
Çin’in gelişme olgusunun abartıldığını düşünmüyorum. Bu olguyu İngiltere Sanayi Devriminden beri insanlığın ekonomi geçmişindeki en göz alıcı tarihi olay olarak görüyorum. Nedeni basit: İngiltere sanayi devriminin üstünden 250 yıldan fazla bir zaman geçti fakat şimdiye kadar dünya nüfusun sadece yüzde 10’u gerçekten tam olarak sanayileşmiş bir ülkede yaşıyor. Çin sanayi devrimini tamamlayabilirse, bu, diğer yüzde 20’lik bir nüfus diliminin de kısa bir zaman içinde modern sanayi uygarlığına katılabilmesi anlamına gelir. İngiltere Sanayi Devrimi yüzlerce yıllık bir geçmişe sahip. Bizim ise sadece 30 yıllık bir geçmişimiz var ve yirmi veya 30 yıl daha gelişmeye devam edeceğiz. Bu toplam 50 veya 60 yıl demek.
Dahası, Çin’in gelişmesi kolonyalizm, emperyalizm veya savaşla olmadı. Bu gelişmenin dünya ekonomisine kattığı itici güç İngiltere İmparatorluğunun gelişmesinin kattığının yüz katına ve ABD’nin kattığının 20 katına eşittir. Bu nedenle, bu güç çok güçlü ve büyüktür. Bu güç Afrika, Latin Amerika, Asya ve hatta Avrupa ve Amerika kıtasındaki gelişmiş bölgeler için de itici güçtür ve onlara benzersiz gelişme fırsatları sunmaktadır. Ayrıca, Çin, yeni gelişme yöntemleri geliştirebilir ve mevcut uygarlık temelinde yeni bir sanayi uygarlığı ve kültürü yaratabilir.
Hepimiz biliyoruz ki Çin, 30 yıldan biraz daha uzun bir süre önce çok yoksuldu ve kişi başına düşen gelir Sahra-altı Afrika ülkelerindeki kişi başına düşen gelirin üçte biri kadardı. Fakat bugün Çin dünyanın en büyük ve en dinamik üretim merkezi haline geldi. Artık dünya çelik üretiminin yarısını, ABD çelik üretiminin sekiz katını, dünya çimento üretiminin %60’ını ve dünya otomobil üretiminin %25’ini gerçekleştiriyor. Çin, şu anda dünyada en fazla patent başvurusu yapılan ülkedir ve toplam patent başvurusu sayısı ABD ve Japonya’nın toplamından fazladır. Herkesin bildiği gibi, Çin, hâlihazırda dünyanın en büyük sanayi ve tarım ürünleri üreticisidir.
Dünyanın en büyük beş sanayi üreticisinin gayri safi üretim değerini esas alarak baktığımızda, Çin, 1970’lerin en dip noktasındaydı. Ancak, Çin’in reform ve açılım politikaları sayesinde, ekonomi diğer sanayi güçlerini aşarak adım adım gelişti. 2010 yılında, dünyanın bir numarası olma konusunda ABD’yi geçti ve bu gelişme eğilimini tersine çevirmek zordur. Toplam patent başvurusu sayısına bakıldığında, Çin, dünya sıralamasının en alt seviyesinden başlamıştır. Bu konuda gelişmiş ülkeleri geride bırakmak 1990’ların sonları ve 2000’lerin başlarına rastlamaktadır.
Çin’in gelişmesinin benzersiz bir politik sistem ile elde edilen bir süper ekonomik gelişme olduğu iyi bilinmelidir. Bu gerçek, dünya için büyük bir sürpriz olmuş ve çok şaşırtmıştır. Hükümet yetkilileri, girişimciler, akademisyenler ve birçok Çinlinin de dâhil olduğu pek çok kişi bu gelişme mucizesinin sürdürülebilir olmadığını düşünüyorlar.
Çin mucizesini açıklama iddiasında birkaç görüş
Bu olgu nasıl açıklanabilir? Çin’in gelişme mucizesini açıklama iddiasındaki kuramlarda iki aşırı uç olarak değerlendirilebilecek iki temsilci görüşle karşılaştım. Diğer görüşler bu görüşlerin arasında bir yerlerde yer alan bakış açıları olarak değerlendirilebilir.
İlk görüş, Çin’in bugüne kadarki olağanüstü gelişmesinin, güçlü bir hükümetin ucuz işgücü, kamuya ve devlete ait verimsiz ticari yatırımlarla birlikte çeşitli idari kaynakları ve piyasa-odaklı reform araçlarını kullanmasından başka bir şey olmadığıdır. Bu nedenle, yaratılan “yükseliş/yeniden doğuş yanılsaması” sürdürülebilir değildir.
Bu görüş, Çin’in kısa zamandaki gelişmesinin Batı’nın Rönesans’tan bu güne kadarki genel yükselişinden farklı olduğunu önermektedir. Nedeni basit: “Çin, Batı’nın sanayi devriminden itibaren gerçekleştirdiği siyasi sistem reformuna sahip değildir. Demokrasi geleneği, hukukun üstünlüğü, insan hakları, ifade özgürlüğü, modern hukuk sistemi, gerçek pazar ekonomisi, sermaye ve mülkiyet hakkı özgürlüğü yoktur. Batı tarzı bir fikri mülkiyet, gerçek bir teknolojik yenilik yoktur. Sadece Batı teknolojisinin sürekli kopyalanması ve hatta teknoloji hırsızlığı söz konusudur.”
Tek cümleyle özetlersek, “Çin, Batı’nın bilimsel ve teknolojik devrimine yol açan bir dizi siyasi, kültürel, ekonomik, dini ve sosyal koşullara sahip değildir. Bu nedenle, Çin, modern Batı uygarlığının özensiz, yarımyamalak, ikiyüzlü bir taklitçisi olmaktan başka bir şey değildir. Çin’de halen derin köklere sahip feodal bilinç, resmi görüş ve ahbap-çavuş kapitalizmi bunun için iyi bir kanıttır”. Bu görüşün yurtiçinde ve yurtdışında da temsilcisi çoktur.
Başka bir bakış açısı, Çin’in ekonomik gelişmesinin tarihin doğal bir dönüşü olduğu şeklindedir. Çin, M.Ö. 2000’den MS 1800’e kadar dünyanın en büyük ekonomisi ve en gelişmiş uygarlığıydı. Binlerce yıl içinde kesintiye uğramayan tek uygarlıktı ve bu dönemde dünya uygarlığına en azından 2000 yıl kadar öncülük etti. Çin, İngiltere Sanayi Devriminin ardından geride kalmaya başladı. Bu nedenle, bu büyük Çin kültürü görüşüne göre, uygarlığın yeniden yükselişi sadece bir zaman meselesidir. Napolyon’un dediği gibi, “Çin, uyuyan bir aslandır. Bir uyanırsa, dünyayı bir kez daha sarsacaktır.” Öyleyse, bu bakış açısıyla, Çin’in yükselişi büyük tarihi ve kültürel geleneğine doğal bir dönüş sayılmalıdır.
Yetersiz iki görüş
Benim düşünceme göre, bu görüşler bilimsel inceleme ve eleştiriye dayanabilecek kadar güçlü görüşler değil. İlk olarak, iyi bir teşvik mekanizması, etkili bir toplumsal yönetim sistemi ve kapsayıcı bir açık ekonomik yapıya sahip olmayan bir ülke, reform ve açılım politikalarının uygulanmaya başladığı 30 yıldan uzun bir süredir bu hızlı büyümeyi sürdüremez. Çin, bu zaman içinde yoksul bir tarım toplumundan hızla dünyanın en büyük ve en dinamik üretim merkezlerinden birine dönüştü.
Kaynak zengini olan Afrika kıtası bunu yapamadı. Siyasi ve finansal sistemlerin daha “üstün” olduğu Latin Amerika ve Rusya da bunu yapmadı. Daha güçlü endüstriyel, bilimsel araştırma ve eğitim temeline sahip Doğu Avrupa ve Rusya da kapitalizm ve piyasa ekonomisiyle tanıştıktan sonra bunu yapmadılar.
İkinci olarak, görkemli eski uygarlık ve mükemmel kültürel gelenek Çin’in yeniden ortaya çıkışının temel nedenleri ise, o zaman, Mısır, Hindistan, Antik Yunan ve Osmanlı İmparatorluğu’nun yeniden ortaya çıkışını neden göremedik? Bu nedenle, her iki bakış açısı da sorunludur; yeni düşünce ve teorilere gereksinimimiz var.
Yeni teorik bakış açısı nedir? İlk olarak, modern Batı uygarlığının gizeminin örtüsünü kaldırmalıyız. Birçok ders kitabı ve medya “Batı uygarlığının hayal ettiğimiz şey olmadığını” söyleyerek bizi yanlış yönlendirdi. Bu yönlendirmeyi kanıtlamak için bir tarihçinin Batı uygarlığıyla ilgili araştırmasından alıntı yapmak istiyorum.
İngiliz Sanayi Devrimi’ni inceledikten sonra, Harvard ekonomi tarihçisi Sven Beckett, “sanayileşmeyi başlatan ilk ülke olan Britanya İmparatorluğunun, daha sonraları tanımlandığı gibi özgür, açık fikirli-aydınlanmış ve dürüst bir ülke olmadığını” gösterdi. Tam aksine, her zaman bir savaş durumu, bir müdahale politikası, yüksek vergiler, yüksek borçlar, aşırı ticari korumacılığa sahip bir bürokratik grup ve büyük askeri harcamaları olan güçlü bir devletti. Kesinlikle bir demokratik ülke de değildi.
Herkesin tarih bilmesi ve daha fazla tarih okuması gerektiği görülüyor. Bu Harwardlı iktisatçının yeteri kadar ünlü biri olmadığını düşünüyorsanız, en tanınmış iktisat tarihçilerinden bir olan Northwestern üniversitesinden Joel Mokyr’dan alıntı yapabilirim. Mokyr, sanayi devriminin hemen öncesinde ve ilk günlerinde “İngiliz toplumunun sınaî mülkiyet ve insan haklarını korumak için neredeyse hiçbir yasa ve düzene sahip olmadığını düşünüyor. Aksine, ülke yağma ve hırsızlığın yanı sıra ekonomik ya da politik sorunların neden olduğu yerel ayaklanmalarla doluydu… O zamanlar, İngiltere’de profesyonel polis gücü yoktu. Polis gücü 1830’dan sonra kuruldu (yani sanayi devriminden sonra). Mahkeme sistemi garip ve pahalıydı, belirsizlik ve adaletsizlikle doluydu. Resmi bir yasa uygulama mekanizması olmaması nedeniyle, yasa ve düzeni korumak Birleşik Krallık’ın tamamında sivillerin uyguladığı zalimce cezaların caydırıcı etkisine dayanmaktaydı. Cezalandırmaların çoğu özeldi ve suç önleme çoğunlukla insanların kendileri tarafından icra edilen bir kişisel eylemdi: Suçla ilgili cezalandırmaların yüzde 80’inden fazlası mağdurların kendileri tarafından özel olarak uygulanmaktaydı.”
Bu nedenle, yeni kurumsal iktisatçı Zhang Wuchang tarafından ortaya atılan ve tüm Çinli ve Batılı iktisatçılar için bir meydan okuma olan soruyu ciddi olarak yanıtlamamız gerektiğini düşünüyorum. “Bir hafta içinde Çin’i eleştiren kalın bir kitap yazabilirim, bu çok kolay. Ancak, Çin’in uzun süren hızlı gelişmesi pek çok olumsuz koşul altında gerçekleşti ve bu durum tarihte hiç görülmedi… Çin, gördüğümüz ekonomik mucizeyi yaratmak için çok doğru bir şey yapmış olmalı. Bu nedir? Asıl soru işte bu.”
Bu nedenle, Çin’in sorunlarından bahsetmek Çin’in gelişme mucizesini anlamamıza ve açıklamamıza yardımcı olamaz. Diğer ülkeler gibi Çin’in de pek çok sorunu var. Fakat Çin niçin çok hızlı büyüyor ve başka bir ülke bunu başaramıyor? Yani, Çin’in doğru yaptığı şeyin ne olduğunu ortaya çıkarmamız gerekiyor. Bu, gelecekteki reform ve açılımlarda yıkıcı hatalar yapamayacak tek gerçek ekonomisttir.
Çok sayıda insan Çin mucizesinin dikkate değer olmadığını ve Çin’in doğru yaptığı şeyin pazar ekonomisinden başka bir şey olmadığını söyleyebilir. Bu açıklamayı dile getirirseniz, Çin’den daha eski bir pazar ekonomisi geçmişine sahip olan Filipinler buna güler. Ukrayna ve Rusya’da bu açıklamaya güler. Bu ülkeler Çin’den daha kapsamlı bir piyasa ekonomisini benimsediler. Peki, onlar neden yükselmiyor? Latin Amerika ülkeleri de güler. Çok uzun zaman önce piyasa ekonomisini benimsediklerine göre, neden bir Çin olamadılar? Bu yüzden, Çin’in neyi doğru yaptığını bulmanın pek kolay olmadığı görülüyor.
Sanayi devrimini birkaç ülkede ortaya çıkmasının nedeni demokratik siyaset mi?
Profesör Lin Yifu’nun öne sürdüğü görüş, yeni bir bakış açısıyla, Çin’in doğru yaptığı şeyin ne olduğunu anlamamıza yardımcı olmaktadır. Onun bakış açısını basit bir cümle ile ifade edersem, şunu söyleyebilirim: Batılılaşma Hareketi üzerine yüz yıldan fazla süren araştırmanın ardından Çin, sonunda sanayi devriminin sırrını çözdü ve bir sanayi devrimi başlatmayı başardı.
Fakat sorun şu: Sanayi devriminin sırrı nedir? Böyle bir sır varsa, o zaman herkes aynı şeyi yapabilir. Bu durumda, Çin bu sırrı neden daha önce keşfetmedi? Çok sayıda geri kalmış ülke bu sırrı neden bilmiyor? Britanya bu sırrı 250 yıl önce nasıl keşfetti?
Maalesef, iktisatçılar ve iktisat tarihçileri sanayi devriminin sırrı üzerine tartışarak uzun zaman harcadılar. Sanayi devriminin niçin meydana geldiği halen açık değildir. Neden Fransa veya Almanya’da değil İngiltere’de ortaya çıktı ve aynı anda Çin ve Hindistan’da da neden yaşanmadı? 2012’de Amerikalı iktisat tarihçisi Clark’ın belirttiği gibi, “Sanayi devrimini açıklamak iktisat tarihinde halen en büyük ödül. Şimdiye kadar birkaç kuşak bilim insanını yaşamlarını bu konuda çalışmak için adamaya motive etti; ama şu ana kadar bir sonuca ulaşılamadı.”
İnanıyorum ki, Çin bir sanayi devrimi yaşamakta olduğu için, Çin’in deneyimi bu tarihsel gizemi aydınlatabilir ve sanayi devriminin sırlarının çözülmesini sağlayabilir.
Sanayi devriminde, insan verimliliğinde ani bir sıçrama gerçekleştiğini biliyoruz. Sanayi devrimi öncesinde, hangi ülkede, hangi hanedanlıkta olduğuna bakmaksızın binerce yıl boyunca kişi başına gelir çok düşüktü, Malthus kapanının kıyısında duruyordu. (Kamuran Kızlak’ın notu; Malthus kapanı: Yiyecek bolsa nüfusun da daha hızlı artması beklenir. Yiyecek kısıtlı ise nüfus artışı açlık, kıtlık, yetersiz beslenme hastalık vs ile kontrol altına alınır ve bir dengeye ulaşılır).
Ancak 1800’den sonra Pomeranz’ın söylediği bir “büyük sapma” ortaya çıktı (Kamuran Kızlak’ın notu; Pomeranz’ın kitabı şuradan indirilebilir: http://piketty.pse.ens.fr/files/Pomeranz2000.pdf). Sanayi devrimini gerçekleştiren birkaç ülkenin geliri artmaya ve yaşam standartları yükselmeye devam etti. Batılılaşma Hareketi ve Çin Halk Cumhuriyeti dönemindeki Çin de dâhil olmak üzere, diğer ülkeler ise Malthus kapanında kaldı.
Ne yazık ki, bugüne kadar yalnızca birkaç ülke ve bölge İngiliz sanayi devrimini başarıyla kendisine uyarlayabildi. Örneğin, sanayileşme Batı Avrupa’da 1820-1960 yılları arasında tamamlandı. ABD’de de sanayi devrimini yaklaşık olarak aynı dönemde başlattı ve tamamladı.
Japonya, 50 yıl kadar geç başladı, sanayileşmesini göreli olarak daha kısa sürede 1960’lı yıllarda tamamladı ve refah toplumları arasına girdi. Dört Asya ejderhası savaştan sonra yükselişe geçti ve ekonomik gelişme için daha az zaman harcadı; ancak sanayileşmeyi hepsi tam olarak tamamlayamadı. Örneğin, Tayvan’ın kişi başına düşen geliri şu anda ABD’nin yalnızca %60’ı düzeyindedir. Bu ülkeleri ve bölgeleri topladığımızda, dünya nüfusunun sadece %10 ila %15’ini oluşturuyorlar. Japonya hariç, geri kalanların hiçbiri sanayileşmeyi ilerletemedi veya tamamlayamadı.
Şimdiye kadar neden sadece birkaç ülke başarılı oldu? Günümüzde en popüler ekonomik gelişme kuramı “Yeni Kurumsal İktisat” olarak adlandırılmaktadır. Bu kuramlara göre toplumlar iki politik sisteme sahiptir. Bunlardan biri anayasal monarşi ve kapsayıcı bir sistem olan demokrasidir.
Bu sistem, demokrasi, elitin gücünün, diğerlerinin üretimine el koyma ve onları yoksun bırakma haklarının sınırlandırıldığı bir yönetim biçimi anlamına gelir. Yani özel mülkiyet haklarının korunmasını ifade eder. Böylece, insanlar ekonomik gelişmeye yol açan sermaye birikimi ve yenilik icat etme isteğine sahip olurlar.
Diğer sistem ise otoriter bir yönetim ve diktatörlük sistemidir. Bu sistemde, özel mülkiyet hakları için iyi bir koruma söz konusu değildir. İnsanların emek sarfetme ve servet biriktirme arzuları yoktur. Çünkü birikimleri kral ve/veya otoriter hükümet tarafından defalarca soyulmuştur. Bu yüzden, yenilik ve icat yapmaya eğilimli değillerdir ve bu da yoksulluk anlamına gelir. Bu kurama göre yoksulluğun çözümü basittir: Bir kişi bir oy ile demokratik seçimler yapmak. Bu kuram, Acemoglu ve Robinson’un “Why Nations Fail” kitabında ayrıntılı olarak yer almaktadır.
Benim düşünceme göre, bu teori doğru olamaz. İlk olarak, tarihi gerçeklerle örtüşmüyor. Örneğin, İngiltere bir demokratik sistem altında yükselmedi. Büyük devrimin getirdiği bir anayasal monarşi olmasına rağmen, özel mülkiyet hakları koruması anayasal monarşi nedeniyle değişmedi ve hukuk sistemi daha mükemmel hale getirilemedi. 19. yüzyılın ortalarından sonra Almanya ve Rusya’nın yükselişi de demokratik bir sisteme dayanmıyor. Yükselişleri otoriter bir sistem altında gerçekleşmiştir.
İkincisi, bu teori çağdaş uygulamalarla uyumlu değildir. Çağdaş uygulamalar gösteriyor ki, gelişmekte olan ülkelere devrimler yoluyla demokratik sistemler dayatıldığında, bu ülkeler demokratik sistemi benimsedikleri için zenginleşmiyor ve güçlenmiyorlar. Bunun yerine, Irak, Libya, Afganistan, Mısır ve Ukrayna gibi sürekli iç kargaşa yaşıyorlar.
Üçüncü olarak, bu teori birçok başka olguyu da açıklayamaz. Örneğin, Rusya ekonomik reformlardan sonra demokratik sistemi benimsedi. Fakat Çin mucizesinin tam aksine, bir süper ekonomik güç haline gelmedi.
Örneğin, Japonya’nın 19. yüzyılın sonunda Meiji Restorasyonu’ndaki yükselişi demokratik sistemle gerçekleşmemiştir. Güney Kore’nin 1960’lar ve 1970’lerdeki hızlı sanayileşmesi diktatörlük yönetimi altında gerçekleşti. Singapur’un bağımsızlık sonrası ekonomik gelişmesi demokrasi ile elde edilmedi.
Dördüncü olarak, aynı siyasi ve yasal sistemde, örn. ABD’deki farklı şehirler ve aynı şehirde farklı komşu bölgelerde, hatta aynı sistem, aynı yasa ve aynı özel mülkiyet hakları korumasında bile bir tarafta büyük bir gecekondu bölgesi, diğer tarafta ise zengin ve varlıklılar; bir tarafta hırsızlık ve kanunsuzluk, diğer tarafta sosyal düzen ve yasalara saygı görebiliyoruz.
Örneğin, İtalya’nın siyasi sistemi ve mülkiyet hakları koruması bütün ülkede aynıdır (yasal sistem de aynıdır) fakat güney İtalya kuzeyden daha yoksuldur. Peki neden?
Çin’in ilk üç sanayileşme girişimi neden sanayi devrimine yol açmadı?
Konumuz olan Çin’e geri dönelim. Çin’in ekonomik gelişmesi sanayi devrimini anlayabilmek için bize çok bilgi/ipucu verebilir ve Çin’in bugüne kadarki ve bundan sonraki yükselişini anlamamıza yardımcı olabilir. 1978’de uygulanmaya başlayan reform ve açılım politikaları Çin tarihinde ilk iddialı sanayileşme girişimi değildi. En azından dördüncü girişimdi. İlki, 1860 yılında İkinci Afyon Savaşının başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından Batılılaşma Hareketi tarafından başlatıldı.
Geç Qing Hanedanlığının sanayileşme girişimi, Çin’in yarım yüzyıllık yoksulluğunu, geri kalmışlığını ve yetersizliğini çözemedi ve bu da 1911 Devrimine yol açtı. 1911 Devrimi, Qing Hanedanlığının sanayileşme girişiminin başarısız olmasını siyasi sistemin geri kalmış olmasına bağlıyordu. Böylece, oldukça kapsamlı bir radikal siyasi sistem reformu yapıldı. İngiltere devriminin Kraliyet ailesinin gücünü sınırlandırmasından farklı olarak, İmparatorluğun gücünü sınırlandırmak yerine tamamen ortadan kaldırdı.
1911 Devrimi, Çin tarihinde Batı Anayasasını esas alan ilk “kapsayıcı” hükümeti kurdu. Yeni Cumhuriyetçi hükümet, Çin’in sanayileşme sürecini demokrasi ve adem-i merkeziyetçilik siyasi sistemini (yani güçler ayrılığı: Yasama, yürütme ve yargı gücü) kapsamlı bir biçimde taklit ederek başlattı.
O dönemde Çin’in en ünlü sloganı “halk, halk, halk” ve “Çin’i sadece bilim ve demokrasi kurtarabilir” idi. Eğitimli elit devrimciler, Qing hükümetinin sanayileşme başarısızlığının ve Çin’in uzun vadeli geri kalmışlığının demokrasi eksikliğinden ve kapsayıcı ve farklılıkları temsil eden bir hükümetin olmamasından kaynaklandığına inanıyorlardı.
Dr. Sun Yat-Sen’in liderliğindeki 1911 Devrimi esas olarak Amerikan siyasal sisteminin kapsamlı bir uyarlamasından ibaretti. Bununla birlikte, 1911 Devrimi’nden sonra, Çin’in halen uzun bir kargaşa dönemi yaşadığını, savaş ağalarının olduğunu, zayıf ulusal güce sahip olduğunu ve yabancı düşmanlara direnemediğini biliyoruz. 40 yıl sonra Çin halen çok yoksuldu. Birçok sosyal ilerleme olmasına rağmen, bu bir sanayi devrimi gerçekleştirmek için yeterli olmaktan çok uzaktı.
1949’da komünist devrime ve yeni Çin’in kurulmasına yol açan şey Çin Cumhuriyeti döneminde Çin topraklarında devam eden kargaşa ve yoksulluktu. Bu, Çin’in üçüncü sanayileşme girişimini başlattı.
Üçüncü sanayi devrimi sırasında, Çin, planlı ekonomiyi benimsedi: Uzun yıllar boyunca geride kaldığı ve endüstriyel kalkınma için çok fırsat kaybettiği için Sovyetler Birliğinin sosyalist planlı ekonomi modelini taklit ederek sanayileşmeyi daha radikal bir şekilde gerçekleştirmek istiyordu.
Bu dönemde, 30 yıllık zorlu çalışmanın ardından, Çin oldukça olumlu sonuçlar elde etti. Örneğin, okuma yazma bilmeyenlerin oranı büyük ölçüde azaldı, ortalama yaşam beklentisi 35 yıldan 68’e yükseldi ve bebek ölüm oranı binde 250’den binde 40’a düştü. Hastalık görülme sıklığı %5,55’ten %0,3’e düştü ve nüfus 600 milyondan 1 milyara ulaştı. Bağımsız bir ülke, etkili bir yönetici hükümet ve bir temel niteliğinde endüstriyel sistem (ancak yüksek oranda zarar-eğilimli) kurulmuştur.
Fakat bu başarılar bir sanayi devrimi gerçekleştirmek için halen yeterli değildi. Bundan da ötesi, reform ve açılım yapmazsanız bunların bir geleceği olmayacaktır. Görüyoruz ki, sosyalizmi benimseyen bütün Doğu Avrupa ülkeleri nihayet çöktü ve onların sanayi temeli bizimkinden daha güçlüydü. Bu nedenle, ilk olmadığımız gibi yalnız da olmayacaktık.
Çin’in üç sanayi devrimi gerçekleştirme girişimi neden başarısız oldu? Pazar ekonomisi eksikliğinden ve özel mülkiyet hakları koruması olmamasından mı? Hayır. Günümüzde, özellikle Amerika ve Avrupalı tarihçiler başta olmak üzere, yurtiçinde ve yurtdışında çok sayıda tarihçi, Qing Hanedanlığı döneminde Çin’deki özel mülkiyet hakları korumasının ve pazar ekonomisinin çağdaş Avrupa ve Birleşik Krallık’tan daha iyi ve gelişmiş olduğuna inanmaktadırlar. Bu anlamda, Qing Hanedanlığı sanayi devrimini başlatma yeteneğine sahipti.
Peki, sanayileşme başarısızlığı kapsayıcı bir demokrasi ve siyasi sistem olmaması yüzünden miydi? Qing Hanedanlığı’nda özel mülkiyet haklarının iyi korunduğunu ve piyasa mekanizmasının mükemmel olduğunu ancak siyasi sistemin çok yozlaşmış olduğunu söyleyebiliriz. Fakat 1911 devrimi bu noktayı değiştirdi. Bir yandan, Qing Hanedanlığından devralınan özel mülkiyet sistemini ve piyasa ekonomisini korudu. Diğer yandan siyasi üstyapıda bir dizi modernizasyon gerçekleştirdi. Fakat yine de Çin’de sanayi devrimine yol açmadı.
Sanayi devrimini tek başına piyasa mekanizması ve özel mülkiyet haklarıyla gerçekleştirmenin neden imkânsız olduğunu anlamak için bazı basit tarihsel gerçekleri hatırlatmama ve özel mülkiyet sistemi altında piyasa mekanizmasının nasıl yanlış işlediğini göstermeme izin verin.
1839’dan 1851’e kadar Çin’de seyahat eden bir Fransız Katolik papaz “Çin İmparatorluğu” kitabında şunları yazdı: “Hiç şüphesiz ki, hiçbir ülke bu dizlerinin üstüne çökmüş ülke kadar çok felaketle kapana kısılmamıştır. Hiçbir ülkede bu ülkedeki kadar büyük bir bir kıtlık olmamıştır. Çaresiz insanların sayısı çok fazla. Bir eyaletin tarım ürünü hasadının çökmesine neden olan bir kuraklık, sel veya başka bir felaket olması tüm nüfusun üçte ikisini açlığa mahkum ediyor. Köy ve kasabalarda, sadece çok az yardım bulabilmek için dolaşan erkekler, kadınlar ve çocuklardan oluşan dilenci ordusu göreceksiniz. Birçoğu belki de kurtulabilecekleri bir hedefe varamadan yol kenarında bayılıyor veya ölüyorlar. Bedenlerinin tarlalarda ve yol kenarlarında yattığını göreceksiniz ve muhtemelen onları geçtiğinizi fark etmeyeceksiniz. Buna rağmen, bu korkunç sahne burada çok tanıdık. “
Qing Hanedanlığı’nın özel mülkiyet haklarının ve özel mülkiyet sisteminin korunması Çin’de bu tür sorunları çözmedi. 1911 Devrimi, Çin’in kırsal ve tarım alanlarının bu trajik görüntüsünü değiştiremeyi başaramadı. Devrim, altta Qing Hanedanlığı’nın özel mülkiyet sisteminin mirasını devralırken tepede farklı kesimlerin temsil edildiği bir siyasi sistem başlattı.
1920’lerin sonunda Çin’i ziyaret eden bir İngiliz iktisat tarihçisi, Çinli köylülerin trajik durumunu bir kez daha resmetti: “Birçok yerde çiftçiler, boyunlarına kadar suya batmış bir grup insana benziyorlar. Sadece küçük bir dalgalanma onları boğmak için yeterli. Son yıllarda Shanxi’de üç milyondan fazla insan açlıktan öldü ve yaklaşık 400.000 kadın ve çocuk insan tacirleri tarafından satıldı”
1940’larda Shanxi’deki durumu inceleyen bir Amerikalı yazar ve sosyolog da şunları yazdı: “Yıllık yiyecek stokları tükendikten sonra gelecek olan kıtlık çok sayıda köle (genellikle kadın), ev sahibi şiddeti, iç savaş, yerel mafya tarzı gizli örgütler ve diğer çeşitli canavarlıklara yol açacaktır. Bunlar Çin’in günlük yaşamından gerçekler.”
Bu sahneler birçok eski sanayi toplumlarının karşılaştığı sorunların bir mikrokozmosu, sadece Çin’e özgü değil. Bu sahneler aynı zamanda geri kalmış ülkelerdeki komünist yönetimlerin devraldığı sosyal ve ekonomik temel yapı ve Çin’de Komünist Parti’nin radikal toprak reformunun arka planıdır. Komünizm yalnızca Marx’ın çağrısı değildir. İşçiler ve köylülerin çoğunluğu da güçlü bir sosyal altyapıya ve ekonomik temele sahip olmalıdır. Bu nedenle, Mao Zedong’un neden “Çin’i yalnızca sosyalizmin kurtarabilir” dediği anlaşılabilir bir önermedir.
Fakat sosyalist planlı ekonomi döneminde, Çin büyük ilerleme kaydetmesine rağmen, bunlar bir sanayi devrimini gerçekleştirmek için yeterli değildi. Böylece, 1970’lerin sonunda yeni bir reform ve sanayileşme girişimi zorunlu hale geldi.
Bu kez, girişim beklenmedik biçimde ve ölçüde başarılı oldu. Çin, 120 yıl önceki Batılılaşma Hareketi’nden bu yana dünya çapında bir sanayi devrimi başlattı. Bu da Çin’i sanayileşme yoluna soktu ve hızla bir tarım ülkesinden küresel bir üretim merkezine dönüştü. Çin, sanayileşme sürecini henüz tamamlamamış olmasına rağmen, yakında dünyanın en büyük ekonomisi olma yolunda ABD’yi geride bırakacak.
Çin, 1978’de sanayi devrimini başlattı ve ilk 30 yılı yok saymadı.
Peki, Çin’in dördüncü sanayileşme girişimi ile önceki üçü arasındaki fark nedir? İşler bu kez neden bu kadar pürüzsüz gidiyor? Son 30 yıl ile ilk 30 yılı ayırmak gibi bir niyetim yok. Hepsi organik olarak birbiriyle bağlıdır; ancak ayrı incelemeyle kavranabilirler. Fakat bu zannedildiği gibi kolay değildir.
Bu kadar basit olsa, Çin’in reform yapmadan bugün olduğu kadar zengin ve güçlü olabileceği anlamına gelebilir; ancak bu olanaksızdır. Aynı zamanda, ilk 30 yılda kurulan temeli göz ardı etmemeliyiz. Bir sanayi devrimi yaşamak için yeterli olmasa da, sonraki 30 yıl boyunca yaşadığımız yükseliş için pek çok görünmez ancak sağlam temel inşa etti.
Sorunun özü, hiçbir ekonomi kuramının gelişmekte olan bir ülkeye sanayileşmeyi nasıl başlatacağını ve İngiliz sanayi devrimini nasıl kendisine uyarlayacağını söylememesidir. Her ülke kendi yolunu ancak kendisi keşfedebilir. Dördüncü sanayileşme girişiminde, Çin, son derece dikkatli ve muhafazakâr ve aşağıdaki özelliklere sahip bir strateji izledi. Öncelikle, bu özellikleri anlatmama izin verin. Bu özellikleri konuşmamın sonraki bölümlerinde genel sanayi devrimi modeli ile karşılaştıracağım.
İlk olarak, Çin, o dönemde tam olarak batılılaşmayı reddetti ve siyasi istikrarı korurken piyasa odaklı reformları başlattı. Gerçeği test etmenin tek ölçütünün pratik olduğuna inandı, önce denedi ve sonra da uyguladı.
İkinci olarak, Çin’in piyasa odaklı reformları Latin Amerika, Doğu Avrupa ülkeleri ve Rusya kadar kapsamlı değildi. Sanayi (kamuya ait işletme) reformu, açılım ve finans sektörünün liberalizasyonu reformlarıyla değil kırsal reformlarla başladı. Yoksul köylülerin aşağıdan yukarıya doğru zenginleşmesini hedefledi. Burada derin bir ekonomi anlayışı söz konusudur.
Üçüncü nokta, kasaba ve köy işletmelerinin kullandıkları üretim araçları ve teknolojilerin Batı’daki gelişmiş ülkelerin çok gerisinde olmasına ve kamuya ait işletmelerle karşılaştırılabilecek durumda olmamalarına rağmen, bu işletmelerin teşvik edilmesidir. Çin hükümeti kasaba işletmelerinin her şeye rağmen kar ettiğini de tespit etti. Bu karlılık yapısı insanların zenginleşmesine yardımcı olabilirdi ve kasaba ve köy işletmelerini destekleme kararı alındı. Bu nokta, Çin’in sanayileşmesi ve sanayi devriminin başlatılması konusundaki kararlılığını belirleyen önemli bir noktadır. İktisat kuramcılarımız bu konuda daha önce yeterince bilgi sahibi değillerdi.
Dördüncü nokta, imalat sanayiinin gelişmesini teşvik etmek, döviz kazanmak ve makine temin etmek için sadece ham madde yerine mamul ürünleri kullanmaktır. Üretim malları ihracatını teşvik etmek için çeşitli sanayi politikaları oluşturuldu.
Beşinci olarak, yatırım teşvikleri ve altyapı yatırımları için hükümet çaba ve desteğini tüm düzeylerde korudu. Bu konuda, bizden öğrendiklerini uygulayan Vietnam da iyi sonuçlar elde etti.
Altıncı olarak, biz geçiş sürecinde olan bir ülke olduğumuz için sadece tarım toplumundan sanayi toplumuna geçiş sürecinde değiliz. Hâlihazırda, planlı ekonomiden pazar ekonomisine geçiş sürecindeyiz. Bu nedenle, ekonomik verimsizlik nedeniyle terk ettiğimiz çok sayıda kamu kuruluşu var. Fakat Latin Amerika, Doğu Avrupa ve Rusya’nın yaptığı gibi kamu kuruluşlarını tamamen özelleştirmedik.
Kamuya ait işletmelerin tamamen özelleştirilmesi çok yanlış bir öneri olurdu, bugün bile hala çok yanlış bir öneridir. Kamuya ait işletmeler, ulusal kalkınma stratejisi açısından çok önemlidir. Geçmişte, kamuya ait işletmelerimizin özelleştirilmesi koşullu olarak ve aşama aşama yapıldı: Büyükleri elde tutma ve küçükleri özelleştirme, ikili izleme sistemi ve hibrit mülkiyet sistemini benimseme gibi. Bugün halen devlete ait uluslararası rekabetçi işletmelerin geliştirilmesine önem veriyoruz. Bu çok önemlidir, Batının ekonomik modeline gözü kapalı inanmayın, bu konuda boş inançlarınız olmasın.
Yedinci olarak, hafif sanayiden ağır sanayiye, emek yoğundan sermaye yoğuna, yüksek tasarruftan yüksek tüketime doğru aşamalı bir endüstriyel yükseltme gerçekleştiriyoruz. Bu adım adım endüstriyel yükseltme yöntemi sadece Profesör Lin Yifu tarafından önerilen yeni yapısal ekonominin kaynak donatımı ilkesine uygun olmakla kalmaz, aynı zamanda, aşağıda önereceğim sanayi devrimi ilkesiyle de uyumlu önemli ekonomik ilkeler içermektedir.
Sanayi devrimi “embriyo gelişimi”nin evrimini yaşadı
Gelişmiş ülkelerin yaşadığı sanayi devriminin evrimsel “embriyo gelişimi” modeline bir göz atalım. Sanayi devrimi sorunu daha önce çalışılmamıştı. Şimdi “embriyo gelişimi” olarak anılan ve beş evresi olan inanılmaz bir model olduğunu keşfettim. Neredeyse tüm sanayileşmiş ülkeler bu evreleri yaşadılar.
İlk evre, sanayi devrimi öncesi sanayileşmenin ilk aşamasıydı. Bu evre, ülkemizdeki kasaba işletmelerinin hızlı gelişim aşamasının yüzlerce yıl önce Avrupa’da yaşanan biçimidir. Çin’deki kasaba işletmelerinin gelişmesine benzer kırsal işletmeler 16. ve 18. yüzyıllarda İngiltere, Hollanda, Belçika, Fransa ve diğer Batı Avrupa ülkelerinde gelişmiştir.
Bu büyük ölçekli Avrupa kasaba ve köy işletmeleri doğal oluşum seyirlerinin yanı sıra, aynı zamanda, merkantilist hükümetlerin de desteğiyle gelişti. Üretim amaçları kendi kendine yeterlilik veya yerel ihtiyaçları karşılamak yerine, uzun mesafeli ticaret ile bağlantılıdır. Başka bir ifadeyle, hepsi kırsal kesimdeki iş gücü fazlasına dayanır ve uzun mesafeli küresel ticareti hedefler.
Bu kasaba işletmelerinin gelişmesi, hükümetlerin yapay kanallar ve otoyol ağları inşa etmesiyle sıçrama yapmıştır. Sanayi devrimi için gerekli olan iç ve dış pazarların ve pazarlama ağlarının birleştirilmesine odaklandılar ve bir sanayi ordusunun eğitimi için hazırlık yaptılar. Bu ilkel sanayileşme aşamasıydı ve sonunda hükümetin doğru sanayi politikası (özellikle tekstil sanayiini destekleyen politikalar) ile desteklenen ilk sanayi devrimine yol açtı.
İlk sanayi devrimi, hafif sanayi tüketim maddeleri veya tekstil ürünleri gibi küçük mallar üretmek için emek yoğun büyük ölçekli üretim yöntemlerinin (fabrika sistemleri) kullanılmasıyla bilinir. Ancak makineler ve üretim araçları niceliksel üretim (ölçekli üretimi) için değil el işçiliği üretim içindir.
Sanayi devriminin ilk olarak Birleşik Krallık’ta gerçekleşmesinin nedeni, İngiltere kraliyet ailesi ve hükümetin 16. yy’dan itibaren kasaba işletmeleri için dünyanın en büyük tekstil pazarını yaratmaya ve pamuk hammadde tedarik kaynağı (sömürge Hindistan, Amerika, Afrika gibi) sağlamaya başlamasıdır, büyük İngiltere devrimi veya anayasal monarşi yüzünden değil.
İlk sanayi devriminin ilerlemesiyle birlikte, malların üretimini ve taşınmasını hızlandırmak, dolaşım hızını ve üretim hacmini artırmak için yeni enerji, yeni güç ve yeni taşımacılık yöntemlerine büyük bir talep olmuştur. Eski moda enerji-güç-taşımacılık sistemleri ekonomik gelişmenin devamı için bir ayak bağı haline gelmiştir.
Bu, yeni enerji-güç-taşımacılık teknolojilerinin keşfini ve sanayide kullanılmasını teşvik etmiştir. Bunun sonucu, kömür madenciliği, buhar motorunun icadı ve geliştirilmesi, demiryolu ve karayolu altyapısında büyük ilerleme gibi bir endüstriyel “üçlü” patlaması oldu.
Bu enerji-güç-taşımacılık “üçlü”sünün gelişmesi piyasa talebinden ve tedarik odaklı güçlü devlet politikalarından kaynaklanıyordu. Bu “üçlü” kamu değerlerinin büyük bir bileşenini oluşturduğundan devlet tarafından desteklenmesi gerekiyordu. Bu “üçlü”nün gelişmesi doğal olarak ağır sanayinin gelişmesine yol açacak ve ikinci bir sanayi devrimini tetikleyecektir. Büyük ölçekli kömür madenciliği, çok sayıda kazı aleti gerektirir. Büyük ölçekli buhar motorları üretimi, büyük çapta parça üretimi ve çok sayıda torna tezgâhı gerektirir. Büyük ölçekli demiryolu inşası, büyük ölçekli demir ve çelik üretimi gerektirir.
İkinci sanayi devrimi, çelik, kömür, demiryolları, makine, haberleşme tesisleri, gemiler, otomobiller ve diğer ulaşım araçlarının da dâhil olduğu tüm üretim malzemelerinin, ara ürünlerin ve üretim araçlarının büyük ölçekli üretimi ile tanımlanır. Bu aynı zamanda ağır sanayi ürünlerinin yeni teknolojiler ve niceliksel üretim yöntemleri ile üretilmesini mümkün kılmaktadır. Bu nedenle, ikinci sanayi devrimi bir dizi yeni sanayi teknolojileri ile karakterize edilir, tanımlanır.
İkinci sanayi devrimini yaşayan her ülke, yeni bir teknolojik gelişim dönemine girer. Burada İngiliz ileri tekstil ve demiryolu teknolojisini nasıl taklit ettikleri ve kullandıklarının bir önemi yoktur. Ağır sanayinin parça ve üretim bağlantılarından oluşan uzun sanayi zinciri çok karışık ve karmaşıktır ve ürün çeşitliliği ve yenilik için özel fırsatlar sunar. Bu yenilik fırsatları özellikle yerel koşullara bağlıdır. Şayet tüm ağır sanayi sistemleri tamamen ithalata bağımlı olursa çok pahalı olacaktır. Bu nedenle, yeniliği teşvik etmesi kaçınılmazdır.
Fransa, Almanya, ABD, Japonya ve şimdi de Çin’in yavaş yavaş dış teknolojiye bağımlılıklarından kurtulmaya başlaması ve ikinci sanayi devriminde kendi yenilikçi buluşlarını ortaya çıkarmaları bu nedenle olmuştur.
İkinci sanayi devriminin tamamlanmasından sonra, bir ekonomi sadece nihai ürünlerin üretimini değil, aynı zamanda, ara ürünler ve üretim araçlarını da belirleyebilir. Bu temelde, verimlilik büyük ölçüde artmış ve toplum refah toplumu evresi olan beşinci aşamaya geçme koşullarına sahip olmuştur.
Bu aşama, tarım başlangıçtan itibaren modernize edilemediği (makineleşme) için, aynı zamanda tarımsal modernleşme aşamasıdır. Bir ülkenin tarımsal üretim makinelerini ve üretim araçlarını ölçeklendirdiği bir dönemdir.
Örneğin, ABD tarım teknolojisi ikinci sanayi devrimini tamamlayana kadar uzun süre geri kaldı. 1920’de tarım nüfusu halen toplam nüfusun %50’sini oluşturuyordu. Bir ülke tarımsal modernizasyon sürecini sadece sermaye ucuz olduğunda ve insan gücü pahalı hale geldiğinde başlatabilir (yani, tüm tarım makinelerini ve diğer üretim araçlarını büyük ölçüde üretebilir). Çünkü tarımsal modernizasyon büyük sermaye gerektirir ve modern tarım sermaye demektir.
Refah toplumu aşamasının iki özelliği vardır: Birincisi, ücretsiz eğitim, ücretsiz sağlık hizmeti, sosyal güvenlik ağı, emeklilik ve işsizlik sigortası vb. gibi ekonomik refahtır. İkincisi, insan hakları gibi siyasi kazanımlardır.
İnsan hakları sorunu, ikinci sanayi devriminin tamamlanmasından önce sadece bir slogandı ve gerçekte hiçbir zaman karşılığı olmadı. Örneğin, ABD’de, kadınların, çocukların ve siyahların temel insan hakları dâhil olmak üzere, toplumsal güçlerin çeşitli siyasi hakları ikinci sanayi devriminin tamamlanmasının ardından yükselmeye başladı.
Sanayileşmesi farklı ülkelerin ortak evrim modeli
Sanayi devriminin evrimsel modelini açıkladıktan sonra, şimdi ülkeleri karşılaştıralım. Tüm sanayileşmiş ülkeler yukarıda bahsedilen aşamalardan geçti.
İngiltereSanayi devrimi çağını ilk açan ülke İngiltere oldu. Ancak bundan önce, 1600-1760 yılları arasında uzun geçmişi olan bir çalışma dönemi vardı. Adam Smith, Ulusların Zenginlikleri’ni yazdığında, kasaba ve köy işletmeleri İngiltere’de bir veya iki yüz yıl boyunca gelişmişti. İşletmeler her yerdeydi.
İngiltere hükümeti, İngiliz kasaba ve köy işletmelerini Belçika, Hollanda, İrlanda, Fransa ve diğer ülkelerdeki kasaba ve köy işletmeleriyle rekabet edebilmeleri için büyük ölçüde destekledi – Avrupa’da ve küresel pazarlar yaratmalarına yardımcı olacak bir dizi ticaret koruma kanunu çıkardı.
Dahası, bu kasaba işletmelerinin gelişmesi sömürgecilik ve köle ticaretine dayanan çok sayıda varlıklı tüccar grubu (sınıfları) tarafından finanse edilmiş, organize edilmiş ve üretilmiştir. Çünkü küçük aile işletmeleri kendi işletmelerini organize etme ve büyük bir pazar yaratma konusunda işbölümüne dayanmazlar. Fonlardan yoksundurlar, ham madde ve satış kanallarının nerede olduğunu bilmezler. Güvenliği kontrol edip sürdüremeyeceklerini ve dolandırıcılığı cezalandıramayacaklarını da bilirler.
Aile işletmelerine hammadde getiren, kredi garantisi veren ve satışlardan sorumlu olanlar bu tüccarlardır. Hepsi “iş yapmak için kılıç tutar” ve güçlü Kraliyet Donanması’nın korunmasına güvenirler. Bu nedenle, sanayileşmenin ilkel aşamasının ortaya çıkması, güçlü bir hükümet ve aracı gerektirir. Bu aracılık, hükümetin desteğiyle küresel ticaretten servet kazanmış çok sayıda iş adamı tarafından sağlanır.
Bir asırlık ilkel sanayileşme süreci, 18. yüzyılın ortalarından sonra İngiltere’de ilk sanayi devrimini ateşledi. İlk olarak, İngiltere’de tekstil sanayiinde ortaya çıktı, diğer ülkelerde veya diğer sektörlerde değil. Çünkü kraliyet ailesinin birkaç kuşağının zorlu ve sürekli çalışmaları sayesinde hükümet, İngiliz köy-kasaba işletmeleri için dünyanın en büyük tekstil pazarı, yün ve pamuk hammaddeleri tedariki, üretim üsleri ve küresel satış ağlarını yaratmıştı. Bütün bunlar İngiliz denizcilik yasaları ve Güçlü Kraliyet Donanması ile korunmaktaydı.
Pazar çok büyük olduğunda fabrika sistemine dayanmak ve çalışanların büyük ölçekli üretim yapmalarını sağlamak karlıdır. Pazar çok küçükse, ölçek üretimi karlı değildir. Bu nedenle, ilk sanayi devriminin ön koşulu kasaba işletmelerinin gelişmesi ve tarımsal ürünlerin ticarileştirilmesi olmuştur. İlk olarak köylülerin zenginleşmesi sağlanmalı, fazla işgücü üretim sanayiine aktarılmalı ve birleşik bir iç ve dış pazar yaratılmalıdır.
İlk sanayi devriminin gelişmesi üzerine, Marx’ın “political economy”yi yazdığı 1830’dan 1850’ye kadar olan dönemde, yeni enerji, güç ve taşımacılık için büyük bir talep ortaya çıktı. Geleneksel enerji-güç taşımacılık yöntemi talebi karşılamaktan uzaktı. İngiliz hükümetinin finansal desteğiyle, “üçü bir arada” olarak anılan kömür-buhar(lı)-demiryolu ortaya çıktı ve sorun çözüldü.
Ayrıca, çelik, makine ve diğer ağır sanayi ürünleri için kantitatif üretim talebine bağlı olarak, tüm ara ürünlerin, çelik, çimento, makine, köprü ve tünellerin büyük ölçekli niceliksel üretimi ile tanımlanan ikinci sanayi devrimi ortaya çıktı. İkinci sanayi devrimi İngiltere’de 1900’lerde tamamlandı. Her sanayi devrimi dalgası çok kesin olmayan zaman dilimleriyle birbirini izleyecektir.
1900’den sonra İngiltere her anlamda gerçek bir refah toplumuna geçti. Örneğin, toplumun bütün üyelerine ekonomik kazanç, işsizlik sigortası, kamu sağlığı, eğitim, sosyal güvenlik ağları vb. sağlandı ve 1928’de bir kişi için bir oy ilkesine dayalı ulusal seçimler yapıldı.
ABD
İngiltere’yi konuştuktan sonra şimdi ABD’ye geçebiliriz. ABD’nin coğrafi olarak keşfedilmesinden sonra, çeşitli Avrupalı göçmenler, özellikle İngilizler, Birleşik Krallıktaki kasaba girişimciliği teknolojisini ve kırsal ticarileşme düşüncesini ABD’ye taşıdı. Amerikan köy-kasaba işletmelerinin1820’den bir-iki yüz yıl önce başarılı olmalarını sağlayan budur. İlk sanayi devrimi 1820 civarında kendini gösterdi. Bundan önce, kırsal alanların ticarileşmesi ve uzun mesafeli ticaret amaçlı el sanatları endüstrisi ülke genelinde gelişmişti.
1820’den 1860’a kadar süren Amerikan İç Savaşı öncesinde, güçlü bir merkantilist hükümetin öncülüğünde ABD, İngiliz endüstriyel teknolojisinin getirilmesi/alınması ve çalınmasıyla ilk sanayi devrimini tekstil endüstrisinde gerçekleştirdi. O zamanlar, Amerika Birleşik Devletleri’nde kullanılan başlıca enerji kömür ve buhar motorları değil su ve ağaç kullanan hayvan gücü-hayvancılıktı. ABD’nin doğusu nehir ve orman açısından çok zengindi, bu da göreli avantaj ve üstünlük sağlıyordu.
1830’dan 1870’e kadar ABD ilk büyük demiryolu inşaatını tamamladı. Güçlü bir hükümetin önderliğinde, enerji-güç-taşımacılık darboğazının üstesinden gelmeyi amaçlayan kapsamlı bir inşaat/altyapı çalışması başlattı. Ülke çapında ilk ana kanal 1830’larda inşa edildi. Yatırım maliyetinin %70’i hükümet tarafından sağlanmıştır.
1850-1870 arasında, devlet ihalesi ve özel yatırım kapsamında, demiryolu şirketine demiryolu hattı boyunca kar elde etme tekeli hakkı verildi. ABD’de demiryolu inşaatı bir dalgaya dönüştü.
Büyük ölçekli demiryolu inşaatı patlaması ve diğer üretim araçlarına yönelik artan talep, doğal olarak ikinci sanayi devrimini tetikledi. Çünkü altyapıda kullanılan tüm araç gerecin-malzemenin ölçeklendirilmesi gerekiyordu.
Böylece, demiryolu ve okyanus ötesi diğer altyapı taşımacılık inşası sayesinde denizaşırı ticaretin hızla artması ve ABD bölgesinin/pazarının hızlı bir şekilde genişlemesiyle ABD, 1870’lerde ikinci sanayi devrimini başlattı ve tamamlanması yaklaşık 70 yıl aldı. 

Sanayi devrimi büyük ölçekli çelik, otomobil ve kimyasal ürün üretimi gerçekleştirdi ve İngiltere ve Avrupa’yı temel teknolojilerde liderliğe taşıdı.
1920’de, ikinci sanayi devrimi doruğa ulaştıktan sonra, ABD nüfusunun %50’si hala kırsal alanlarda yaşıyordu.
Sonraki yirmi-otuz yılda, nicel sermaye üretimine bağlı olarak, tarımda makineleşmeyi teşvik etmek mümkün oldu. Bu nedenle, tarımsal makineleşme ancak ikinci sanayi devriminden sonra, ikinci sanayi devrimi tamamlandığında başlayabilir.
Mao Zedong döneminde, başlangıçta tarımsal modernleşmeye başlayamazdık, bunu karşılayamazdık ve iflas ederdik. Şimdilerde ikinci sanayi devrimini yaşıyoruz, böylece tarımsal makineleşmenin maliyeti önemli ölçüde düşmeye başladı.
İkinci sanayi devrimi tamamlamasının ardından, aslında II. Dünya Savaşı’ndan sonra, ABD, refah devleti aşamasına geçti. İlk Amerikalıların yerli (Kızılderili) katliamı, ilk Avrupalı sömürgeciden ABD’ye -1900’lere- kadar durmadı. ABD hükümeti, 21. yüzyılda, 2001 yılında, Amerikan Yerli İşleri Bürosu’nun Yerlilere karşı düzenlenen örgütlü saldırı, savaş ve katliamları resmen tanıma isteğini kabul etmedi. Bu olaylar soykırım ve kitlesel katliam kapsamına girmektedir.
ABD’de, 1960’larda kapsamlı bir insan hakları ve kadın özgürlüğü hareketi ortaya çıktı. Genel oy hakkı ancak 1965 yılında elde edilebildi. ABD, İnsan Hakları Bildirgesi’nden yüzlerce yıl sonra, bir-iki yüz yıl alan ilk sanayi devriminin tamamlanmasının ardından, ikinci sanayi devrimi tamamlandı. Genel oy hakkı ancak bundan bir yıl sonra elde edilebildi.
Ancak simdilerde, ABD, ilkel sanayileşmeyi ya da ilk sanayi devrimini henüz başlatmamış ülkelerden demokratik ve evrensel seçimler yapmasını istiyor. ABD, Kadına Yönelik Şiddet Karşıtı Yasa’yı 1994’te, Eşcinsel Evlilik Yasası’nı 2015’te kabul etti. Ölüm cezasını ise kaldıramadı. Ölüm cezasının kaldırılması aslında bütün refah devletlerinin bir göstergesidir, ancak ABD henüz bunu yapmadı.
Japonya
Şimdi biraz da Japonya’dan bahsedelim. Japonya tarihi hakkında herkesin yanlış bildiği bir şey var: Japonya’nın gerçek modernleşmesinin Meiji Restorasyonu ile başladığına inanıyorlar. Aslında, bu doğru değil. Japonya, Edo döneminde yaklaşık 300 yıl ticari refah yaşadı. Çin’le karşılaştırıldığında, Japon uygarlığı Asya’da çok geri kalmış durumdaydı. Edo döneminde, Çin’deki Tang ve Song hanedanlığının endüstriyel uygarlığını kendine uyarlamaya başladı. Ancak, Japonya şanslıydı ve bizim Tang ve Song uygarlığımızı uyarladıktan sonra, Avrupa’daki sanayi devrimine doğrudan bağlandı.
Çin’de Tang ve Song Hanedanlığı dönemindeki endüstri refahının ardından, piyasa ekonomisinin refahı yaşandıktan sonra, hükümet ve ordu küçüldü ve zayıfladı. Moğollar tarafından yenildiler ve Ming Hanedanı vatanseverlik çağına geri döndü.
Japonya bu kırılma ve dönüşleri yaşamadı. Meiji Restorasyonu’ndan önce, kırsal ticarileşme ve kasaba işletmeleri Japonya’da oldukça başarılıydı fakat küresel pazara açılmamışlardı. Meiji Restorasyonu’nun başlamasının ardından, kasaba ve köy işletmeleri küresel pazarlara açıldı. Meiji döneminin ilk yarısından sonra, Japonya, ilk sanayi devriminin ilk aşamasını -ilkel sanayileşmesini- tamamladı.
Daha sonra Japonya, Meiji’nin son döneminde, 1890’dan 1920’ye kadar, ilk sanayi devrimi hızla gerçekleştirdi. Yani, büyük ölçüde emek yoğun sektörler olan tekstil ve diğer hafif sanayi ürünlerinin üretiminde sanayi devrimini yaşadı.
Japonya’nın ilk sanayi devrimi 1890 ve 1920 yılları arasında gerçekleşti. Japonya, bu dönemde iki savaş yaşadı: Çin-Japon Savaşı ve Rus-Japon Savaşı. Sadece sömürge kazanmak ve küresel pazarlara açılmak için güç kullanmakla kalmadı, aynı zamanda, teknolojisini Batı’ya tanıtmak için de savaşı kullandı. Bu arada altyapı inşa çalışmaları sürdürdü.
Bu, dünya pazarına (özellikle Çin ve Asya’ya) ihracat yapmak amacıyla, başta tekstil endüstrisi, hükümet öncülüğünde başlatılan bir sanayi devrimidir. Bu nedenle, Japonya’nın uzun vadeli hedefi, Asya pazarını Avrupa ile birlikte ele geçirmek ve güç ve savaşı bunun için bir araç olarak kullanmaktı.
1900-1930 arasında, Japonya bir askeri yönetim altındaydı. Ulusal yatırım yoluyla enerji, güç ve taşımacılık “Sanayi Üçlüsü” darboğazının üstesinden gelmek için enerji üretim teknolojisi ve demiryolu teknolojisini güçlü bir şekilde destekledi ve özel demiryolunu millileştirdi. Şirket, Japonya’daki ikinci sanayi devrimini hazırlamak için ulusal birleşik demiryolu yasasını ve standartlarını uyguladı. Bu dönemde, Japonya, hükümetin büyük yatırımları sayesinde demiryolu elektrik sisteminin kurulmasını başardı.
1920’lerde “sanayi üçlüsü” inşasının doruk noktasına ulaşmasıyla, Japonya, ikinci sanayi devrimi olan ağır sanayi devrimini başlattı.
Ağır sanayi devrimi, madenler, dökümcülük, kimyasallar, makineler ve silahlar gibi askeri ürünler de dâhil olmak üzere neredeyse tüm endüstriyel ürünlerin büyük ölçekli üretimini gerektirir.
Bu, Japonya’nın uçak, ağır silahlar ve uçak gemisi üretme ve İkinci Dünya Savaşı’nı başlatmasına yol açtı. Bu süreç II. Dünya Savaşı sırasında kesintiye uğradı. II. Dünya Savaşı’ndan sonra Japonya, ikinci sanayi devrimini tamamlamaya ve tarımsal modernizasyon da dâhil olmak üzere yeni teknolojileri geliştirmeye devam etti. 1960’larda Japonya, ABD’nin savaştan beri devam eden dolaylı kuşatması altındayken refah toplumuna geçti.
Çin
Şimdi de Çin’e bakalım. Siyasi sistem farklı olsa da (aslında, tüm eski kapitalist ülkeler arasındaki siyasal sistemler de birbirinden farklıdır), Çin’in dördüncü sanayileşme girişimi çok düzgün ve sorunsuzdur. Çünkü Çin’in endüstriyel gelişim yolu, sanayi devrimi modeliyle oldukça tutarlıdır. Ayrıca kendi göreli avantajları da vardır.
Çin’in dördüncü sanayileşme girişimi hükümet tarafından yürütülmüştür. Hükümet önderlik etmese, köylülerin işletmelerini profesyonel iş bölümüne göre organize etmeleri çok zor olurdu ve bu bir avantaj sağlamazdı. Kendi kendine yeten çiftçiler için işletmelerin, özellikle modern büyük işletmelerin, organize edilmesi ve biçimlendirilmesi neredeyse imkansızdır.
Çin sanayi devriminin sorunsuz bir şekilde ortaya çıkmasının nedeni, bir “ileriye doğru büyük atılım” gelişmesi olmamasıydı. Dürüst olmak gerekirse, kasaba işletmelerinden başlayarak sınıflar oluşturmak için bir geri dönüştü. Çin’in sınıflar oluşturması, ilkel sanayileşme sınıfını desteklemesi, ilk sanayi devrimini tamamlaması ve ardından ağır sanayi sektöründe ikinci sanayi devrimini başlatması gerektiğini kimse bilmiyordu. Deng Xiaoping bile bilmiyordu.
Çin’in reform ve açılım dönemi sonrası gelişimini aşağıdaki gibi üç aşamaya (üç on yıl) ayırdım:
1978’de 1988’e kadar olan ilk on yılda Çin, Britanya tarihinde iki veya üç yüz yıl süren kırsal endüstriyel gelişmeyi başarıyla uygulamıştır. Bu ilkel sanayileşme aşamasıdır. Bu on yıl köy-kasaba işletmelerin ortaya çıkış dönemiydi. İlkel sanayileşme yoluna girilerek çok sayıda köy-kasaba işletmesi yaratıldı. Kasaba işletmelerimiz, çok karakteristik olarak, özel mülkiyet değil ortak mülkiyete sahiptir. Bu aynı zamanda bizim yeniliğimizdir.
Reform ve açılım politikalarının ilk on yılında köy ve kasaba işletmelerinin sayısı 12 kat artmış, GSYİH yaklaşık 14 kat büyümüş ve GSYİH içindeki payları %14’ten %50’ye yükselmiştir.
Kasaba işletmeleri sayesinde ilkel sanayileşme aşamasını 1988’de hızla tamamlayan Çin, başka bir örnekle karşılaştırılamaz. Aslında, İngilizler ilk sanayi devrimini gerçekleştirdiğinde (yaklaşık 1776), İngilitere de başka bir örnekle karşılaştırılamaz. Napolyon’un, İngiltere ile “küçük dükkân” ülkesi diye alay etmesinin nedeni ilkel sanayileşme aşamasında elde edilen sonuçların halen ilkel olmasıydı, ancak sanayi devrimi başarıldı.
1988’de kasaba işletmeleri Çin’de yaklaşık 100 milyon kişiye iş yarattı ve köylülerin ortalama geliri 12 kat arttı. Tüketim mallarındaki büyük artış nedeniyle, Çin, kırklı yılların ortalarındaki yokluk ekonomisine veda etti ve planlı ekonomi modeli izleyen her ülkenin karşılaştığı en ciddi sorunlardan birini çözdü: Tüm tarım ülkelerini tehdit eden “yokluk ekonomisi” ve “gıda güvenliği” sorunu.
Bu dönemde uygulanan reformların en büyük kazananı 800 milyon çiftçidir. “Ekonomik gelişme ve sanayileşme kırsal kesimden başlamalı ve kenti sarmalıdır” (Mao Zedong).
1988’den 1998’e kadar olan ikinci on yılda, Çin, nihayet ilkel sanayileşme temelinde ilk sanayi devrimini başlattı. Bu, günlük tüketim mallarının emek yoğun bir biçimde büyük miktarlarda üretimi ve ihracatında bir devrimdir.
Bu dönemde, Çin’in kırsal ve kentsel bölgelerinde emek yoğun üretim yapan fabrikalar ortaya çıktı. Göçmen işçiler kitleler halinde akmaya başladı, iç ve uluslararası pazarların ihtiyaçlarını karşılamak için büyük miktarlarda hafif sanayi ürünü üretildi. Ancak son teknoloji üretim araçları esas olarak ithalata dayanıyordu. Bu dönemde, Çin dünyanın en büyük tekstil ürünleri ihracatçısı oldu. Hafif sanayi ürünleri için en büyük pazar olan tekstil sanayiini ele geçirerek ilk sanayi devriminin en üst seviyelerine ulaştı.
Pek çok insan Çin’in gelişmesini DTÖ’ye (Dünya Ticaret Örgütü) katılmasının bir sonucu olarak gördü. Bu gerçeğin bir yalnızca kısmıdır. Çin’in DTÖ’ye katılıması (1995), Çin’i dünyanın en büyük tekstil ihracatçısı ve üreticisi yaptı. Bu, Çin’in gelişmesinin anahtarıdır ve Çin hükümetinin uzun vadeli tekstil politikasından ayrılamaz.
DTÖ’ye katılmak elbette çok iyidir. Çünkü uluslararası pazara daha fazla açılmamız için sömürgecilik ve güç politikaları gerektirmiyor. Fakat Hindistan, Rusya ve birçok geri kalmış ülke de DTÖ’ye katıldı. Peki, sonuç nedir? Bu nedenle, fırsatlar yalnızca hazır olanlar için vardır.
İlkel sanayileşme ile yola çıkarak ilk sanayi devrimini başaran Çin, DTÖ’ye katılmadan önce küresel tekstil pazarını ele geçirmek için her bakımdan hazırlandı. Bu dönemde, Çin’in kasaba işletmeleri ülke nüfusunun %30’una ulaşan kırsal kesim işgücü fazlasını kullanarak yüksek hızda gelişmeye devam etti. Üretim değerleri 1978 ile 2000 arasında her yıl ortalama %28 oranında artarken, üç yılda iki katına çıktı.
1998’den günümüze kadar olan dönemde, Çin, altyapı iyileştirmeleri ve yüksek hızlı demiryolu ağı sayesinde ikinci sanayi devrimini başarıyla başlattı ve halen bu yolda ilerliyor. İlk sanayi devriminin yarattığı enerji-güç-taşımacılık alanındaki büyük talebi ve yüksek toplumsal tasarrufları kullanan Çin hükümeti, enerji, güç, taşımacılık ve iletişim gibi sorunların üstesinden gelmeye başladı.
Bu devrim, ağır sanayide metalurji, çelik, mineraller, makine-ekipman, hassas aletler ve kimyasal malzemelerin büyük ölçekli üretimidir. Makine-ekipman, ara ürün ve araç pazarının hızla büyümesi nedeniyle, kömür, çelik, çimento, kimyasal fiber ve diğer ürünlerin üretimi ve teknolojisi de zirveye ulaştı.
Bu dönemde 4 milyon kilometreden fazla modern otoyol tamamlanarak trafiğe açıldı. Bu, Amerikan sanayileşme tarihindeki yollardan %50 daha fazladır.
Ülkemizin üst düzey hükümet yetkilileri, reform ve açılım politikalarının ilk günlerinde bir ABD ziyaretinden döndüklerinde, ABD’ye hayran olduklarını ve ona yetişmeyi bekleyemeyeceğimizi söylediklerini hatırlıyorum. Oysa ABD otoyol sistemi yüzlerce yıllık bir mesele.
Şu anda, Çin’deki 28 eyalet ve özerk bölgede inşa edilen yüksek hızlı demiryolunun toplam uzunluğu, dünyanın geri kalanında inşa edilenin yarısı olan 16.000 kilometreye ulaşacak.
Yüksek hızlı demiryolu, çelik, metalurji, kompozit malzeme, lokomotif, yeni enerji, şasi, frenleme, güç kaynağı, voltaj regülasyonu, algılama, iletişim, telekomünikasyon, fren kontrolü, sinyal entegrasyonu, sinyal iletimi ve güvenlik kontrolünde alanında çok sayıda bilimsel araştırma içermektedir. Sanayi sektörü ve yüzlerce imalat kategorisi, onbinlerce ürün kategorisi, endüstriyel ve mühendislik kalitesi ve düzenleyici sistemlerdeki genel iyileştirme ve üretim yönetiminin geliştirilmesi “Made in China”nın düzeyinde keskin bir yükselişin işaretidir.
Bu nedenle, yüksek hızlı demiryolunun kantitatif üretimi, tüm parçaların büyük ölçekli üretimini, üretim ve satışa dönük sanayi zincirlerini içerir ve her alandaki sabit sermaye ve Ar-Ge yatırımı çok büyüktür. Büyük ölçekli pazar yok denebilir mi? İlk sanayi devriminin ve piyasanın hafif sanayi temeli ve küçük ölçekli üretim kapasitesi olmadan, iletişim, elektrik ve diğer altyapı ağları olabilir miydi? Hükümetin bir sanayileşme politikası yok denebilir mi?
Çin’in hızlı sanayileşmesi piyasa köktenciliği için bir zafer midir?
Çin’in hızlı sanayileşmesi piyasa köktenciliği için bir zafer midir? Çin’deki çok sayıda iktisatçı öyle olduğunu düşünüyor. “Piyasa mekanizması, Deng Xiaoping’in reform ve açılım politikalarının uygulanmaya başlamasıyla ortaya çıkan bir sonuç değildi, hala da değil. Kamuya ait işletmeler daha fazla özelleştirilirse (ve mülkiyet de özelleştirilirse), hükümet ekonomik alandan çekilebilir. Bu durumda Çin yalnızca daha hızlı büyümez, aynı zamanda, ABD’yi yakalamayı da umabilir” diye düşünüyorlar.
Bu bakış açısının irdelenmesi gerekiyor. Öncelikle, piyasa kesinlikle kilit bir faktördür ve reform ve açılım politikaları sonrasında ortaya çıktı. Peki, piyasa yeterli miydi? Yeterli olmaktan uzaktı. Qing Hanedanlığı’nın piyasa sistemi Avrupa’nın piyasa sisteminden bile iyiydi. Peki, neden sanayi devrimini başlatamadı?
Çin Cumhuriyeti dönemi, piyasa mekanizmasını kurmasına ve bazı siyasi değişimler yapmasına rağmen, sanayi devrimini başlatamadı. Piyasanın rolü nedir? Piyasanın rolünün katılımcıları birbirleriyle rekabet etmeye zorlamak, üreticileri yönetim anlayışı ve teknolojiyi geliştirmeye teşvik etmek olduğunu biliyoruz. Başka bir ifadeyle, Darwin’in “doğal seçilim, en iyi uyum sağlayanın hayatta kalması ilkesi”nin yıkıcı yaratıcılığının gerçekleşmesini yani verimsiz kamuya ait ve özel işletmelerin elimine olmasını sağlamaktır, piyasa güçleri böyle çalışır.
Ancak Çin’in yükselişi piyasa köktenciliği için bir zafer değildir. Piyasa ekonomisini benimsemiş pek çok ülkenin bir-iki yüzyıl boyunca çok çaba harcamasına rağmen sanayi devrimini başaramadığı görülmektedir. İnsanlık binlerce yıldır bir tür piyasa ekonomisi ve özel mülkiyet sisteminde yaşamasına rağmen, sanayi devrimi neden İngiltere’de başladı?
Planlı ekonomi uygulaması, binlerce yıllık tarihe sadece bir dakika uzaklıktadır; yani tarihte çok yenidir. Planlı ekonomiyi benimseyen ülkeler özel yatırım sistemi ve piyasa ekonomisinin başarısızlığı nedeniyle bu yolu seçtiler ve planlı ekonomiyi sanayileşme için kullanmaya karar verdiler. Fakat bu onlara ekonomik refah getirmedi. Bunun yerine, uzun süre Batı güçlerinin saldırı ve sömürgeciliğine maruz kaldılar.
Uzun yıllar piyasa ekonomisini benimseyen birçok Latin Amerika ülkesi sanayi devrimi başaramamıştır. Reform sonrası (SSCB’nin yıkılışı demek istiyor) Doğu Avrupa ülkeleri ve Rusya da piyasa ekonomisini tamamen benimsemiştir. Fakat sanayi devrimini başaramadılar. Bunun yerine, çok yetersiz sanayileşmeleri de sekteye uğradı ve tarımsal ürün ve ham madde ihracatçısı oldular.
Batı ekonomilerinin göz ardı etiği faktörler: Maliyeti yüksek “Kamusal Değerler”
Peki neden? Asıl sorun, sanayi politikası gibi “piyasa ilkeleri” ile çelişen birçok piyasa dışı faktörün Batı ekonomileri tarafından göz ardı edilmesidir. Bu nedenle, reform sürecini “Washington Consensus“ ilkelerine göre yürüten ülkelerin (SSCB’nin yıkılışı sonrasında ortaya çıkan ülkerleden bahsediyor) hiçbiri başarılı olamadı. İşte Batı ekonomilerinin göz ardı ettiği diğer üç faktör:
İlki, siyasi istikrar ve toplumsal güvendir. İstikrar ve yaygın bir toplumsal güven olmadığı sürece, kendi kendine yeten, kapalı, bağımsız, düzensiz ve eğitimsiz çiftçilerin kendi işbölümlerini gerçekleştirmelerini ve kendi işletmelerini yaratmalarını sağlamak ve iş bölümü ilkesine dayanan büyük ölçekli üretim ve uzun mesafeli satış yapmalarını beklemek akıl dışıdır. Bunu yaparsanız, yüksek organizasyon ve faaliyet giderleri karşılanamaz. Ayrıca, yiyecek (üretimi) güvenliğini kim garanti edebilir?
İkincisi, büyük pazarı birleştirmektir. İş bölümüne dayalı büyük ölçekli üretim yapmak için önce birleşik bir iç ve dış pazar yaratmak gerekir. Bu büyük ölçekli pazar bir “Kamusal Değer”dir ve yaratılmasının toplumsal maliyeti çok yüksektir. Bu “Kamusal Değer”i oluşturma yeteneğine ve isteğine sahip özel işletme ya da sanayi yoktur. Bu nedenle, belli bir iradenin öncülüğünde olmalıdır. Başka bir deyişle, büyük pazarın oluşturulması, organize ve koordine edilmesi için toplumsal güçlerin birlikte çalışması gerekir.
Üçüncüsü, piyasa düzenlemesidir. Piyasanın etkili ve güvenli bir şekilde çalışması için bir ulusal düzenleyici mekanizma olmalıdır. Bu düzenleyici meknizmanın maliyeti çok yüksektir. Düzenlemenin olmadığı durumda, kişisel çıkarlarının peşinde koşmak isteyen piyasa güçleri pazar ekonomisini kesinlikle sabote eder (Rusya reformunun başarısızlığı en iyi kanıtıdır).
Birçok tarım toplumunda ve gelişmekte olan ülkelerde, özellikle de laissez-faire’nin (bırakınız yapsınlar ideolojisi) neoliberal ekonomi politikasını benimseyen ve sanayileşmeyi tamamlamadan önce Batı tarzı demokrasiyi deneyen ülkelerde, büyük ölçekli üretim ve büyük işletmelerin oluşumasını ve gelişmesini engelleyen faktör bu üç büyük maliyetin varlığıdır.
Bu gerçek, özel mülkiyet haklarını koruma sistemi ve demokratik sistem mevcut olmasına rağmen, Qing hanedanlığı hükümeti ve Çin Cumhuriyeti hükümetinin 19. yüzyılda ve 20. yüzyılın ilk yarısında Çin’de sanayi devrimini neden başaramadığını da açıklamaktadır.
Bir ülkenin yoksulluğunun nedeni, çeşitli tüketim mallarının üretimini ve çeşitli üretim yöntemlerini ve araçlarını ölçeklendirememesinde yatmaktadır. Tüketim mallarının büyük ölçekli üretimi ve büyük ölçekli üretimin karlı olması için büyük bir pazar ve ticari lojistik ağı gerekmektedir.
Hem özel mülkiyet hakları hem de ortak ve kamu mülkiyeti mülkiyet hakları piyasa rekabeti ile bir şekilde ilişkili olabilir. Fakat piyasa rekabeti ve mülkiyet hakları arasındaki ilişki bir kaçınılmaz ilişki değildir.
Ulusal çıkarların yönünün belirlendiği kritik durumda, ülkenin genel çıkarları, ulusal güvenlik ve ekonomik kalkınma için kamu mülkiyeti hakları özel mülkiyet haklarından daha elverişlidir. ABD hükümetinin, Birinci Dünya Savaşı’ndan hemen önce büyük enerji, iletişim ve AT&T gibi altyapı tesislerini millileştirmesinin nedeni budur.
Rusya’nın ekonomik reformlarının mahvolmasının nedeni, pazar yaratmanın bu sözkonusu üç yüksek maliyetinin olması fakat bu maliyetleri karşılayacak ulusal kapasitenin olmamasıdır. Ruslar, Batının ekonomi kuramına ve neoliberal Washington Consensus’e gözü kapalı inanıdılar. Bu ekonomi kuramı Afrika ve Latin Amerika’yı da yoksulluk ve orta gelirli tuzağına sürüklemiştir.
Bu ülkeler, zengin doğal kaynaklara ve daha iyi özel mülkiyet koruma sistemlerine sahipler. Ancak reform ve açılım politikaları sonrasında Çin’in yaptığını yapamadılar; yani sanayi devrimlerini başlatamadılar, başaramadılar.
İlk otuz yılın önümüzdeki otuz yıl için anlamı
Reform ve açılım poltikalarından önceki 30 yıl sonraki 30 yılın anlamını da açıklıyor: Mao Zedong’un önderliğinde kurulan bağımsız ve birleşik devlet ve ülkenin efendisi olan halkların kültürü Çin’in siyasi istikrarını ve toplumsal güvenini güvence altına aldı. Bu ilk 30 yıl, aynı zamanda, çiftçilere örgütlenmeyi ve sosyal girişim kurmayı/oluşturmayı öğreten Mao Zedong liderliğindeki toprak reformu ve kırsal kooperatif hareketiydi. O yılların toplumsal girişimleri, reform ve açılm politikaları sonrası kasaba işletmelerinin temelini oluşturdu. Ayrıca, Mao Zedong döneminde kurulan devlet kurumları, yerel hükümetler reform ve açılım politikaları sonrasında yatırımları çekme konusunda “kamusal tüccar” rolünü başarıyla oynadılar. Çin’de Britanya İmparatorluğu’nu sömürgecilik ve köle ticareti yoluyla zenginleştiren bir tüccar sınıfı elbette ki yoktu.
Sanayileşme, büyük ölçekli işletmelerin ortaya çıkması anlamına gelir. Peki, büyük ölçekli sektörleri destekleyen büyük ölçekli pazar nerededir? İlk Avrupalı güçler devlet desteğiyle (sömürgecilik, emperyalizm ve köle ticareti yoluyla) dünya pazarları geliştirmek ve yaratmak için merkantilist politika benimsemiştir.
Ünlü Hollandalı işadamı ve devlet görevlisi Jan Coen, Asya ticaretinde Hollanda’nın tekel olması için çabalarken kraliyet ailesine şunları yazdı: “Asya ticaretinin kendi büyük gücü tarafından sürdürülmesi ve korunması gerektiğini Majesteleri kendi deneyimlerinden bilmelidir ve bu güç kullanılmalıdır. Ticaretten elde edilen kar o kadar büyüktür ki savaş olmadan ticaret yapamayız.”
İngiliz kraliyet ailesinin birkaç kuşağı ve onlar tarafından yönetilen devlet ortaklı büyük şirketlerin (ünlü Doğu Hindistan Şirketi gibi) 16. ve 18. yüzyıllarda kendi ülkeleri için dünyanın en büyük tekstil pazarını ve pamuk tedarik zincirini yarattığı gerçeği anmaya değer bir noktadır. Ticaret Ağı – İngiltere’deki ilk sanayi devriminin sırrı budur (anayasal monarşi ve kurumsal ekonomistlerin söylediği “görkemli devrim”den ziyade). Kapitalimzin zalim/kanlı tarihini Marx boşuna yazmadı. Ancak çoğumuz bunu unuttuk ve Batı ekonomisi de bu konudan bahsetmiyor.
Harvard tarihçisi Sven Bekert şunları söylüyor: “Ekonomik, yasal, idari, altyapı ve askeri olarak bir güç olmasını ve istediği bölgeye nüfuz etmesini sağlayan güçlü bir devlet olmasaydı, Britanya’nın sanayileşmesi de düşünülemezdi.”
Kendi tüccar sınıfını beslemek ve kendi imalat endüstrisine dünya pazarı yaratmak için güçlü bir hükümetin yönetiminde İngiliz tarzı bir merkantalist gelişme stratejisi benimseyen diğer kapitalist ülkeler de kendi sanayi devrimlerine katkıda bulundu. Örneğin, ABD, Fransa, Almanya, Rusya ve Asya’da Japonya. Bu yolu izlemeyenler başarılı olamadılar.
Fakat kendi imalat sanayilerine küresel pazarlar yaratarak sanayileşme için devlete ve gemi toplarına güvenen bu kapitalist ülkeler, yalnızca yerli işçilere ve sömürge halklarına büyük acı çektirmekle kalmadılar, aynı zamanda, iki dünya savaşına da neden oldular. Milyonlarca insan öldü, çok daha fazlası ise yerinden edildi.
Günümüzde, II. Dünya Savaşı sonrasında, gelişmekte olan ülkelerin artık kendileri için dünya pazarları yaratmak ve sanayi devrimini bu şekilde başarmak gibi bir “ayrıcalığı” yoktur. Bu nedenle, hükumetler (özellikle yerel hükumetler) daha büyük bir rol oynamak zorundadır. Bir “Kamusal yatırımcı” rolü, aynı zamanda, aşamalı piyasa gelişiminde daha güçlü bir “katalizör” rolü oynamalı ve finansal olarak güçlü olmayan/küçük işletmelerin organize olmalarına yardımcı olmalıdır.
Doğanın binlerce yıl içinde oluşturacağı birçok kimyasal reaksiyon, laboratuarda hızlandırılmış bir süreçle, yapay koşullar altında hızlı bir şekilde meydana gelebilir. İki süreç de aynı ölçüde doğrudur.
Bu, aynı zamanda, savaş sonrası Asya’da kalkınmacı hükümetlerinin ortaya çıkışını ve sanayileşmeci politikaların rolünü açıklamaktadır. Modern iktisatçıların bir küçük çaplı devletten bahsetmeleri bu nedenle bir hatadır.
Küçük ölçekli köylü ekonomisi doğal olarak sanayi devriminin piyasa koşullarını üretemezdi. “Büyük Çin Sanayi Devrimi” kitabımda bu konuda birçok tarihi materyal ve ekonomik analizden alıntı yaptım, burada bunlardan bahsetmeyeceğim.
Özet: Çin mucizesi “embriyo gelişimi” yasasına uygundur.
Bugün anlattıklarımı özetlememe izin verin. Ekonomik gelişme, doğadaki birçok harika fenomen gibi, “embriyonik gelişim” in temel ilkelerine göre hareket eder. Yani, bir bireyin gelişimi tüm “sınıfın” evriminin birçok kilit noktada tekrarlanmasını gerektirir.
Örneğin, insan embriyolarının anne vücudundaki gelişim süreci insanın tüm süreçlerini yani tek hücreden çoklu hücreliye, omurgasız canlıdan omurgalıya, alt omurgalı canlıdan daha yüksek omurgalı canlıya ve daha sonra da bebeğe kadar tüm biyolojik evrimini tekrar eder. Bunun neden böyle olduğunu biyologlar henüz çözemediler.
Örneğin, toplumsal bilgi ürünlerinin yaratılması ve bu ürünlerin öğrenilmesi de “embriyo gelişimi” ilkesine uymaktadır. İnsanlık matematik bilgisini nasıl yarattı ve yeni nesiller bunu miras olarak nasıl devr aldı?
İnsan uygarlıkları binlerce yıl boyunca nasıl bir matematiksel bilgi yapısı oluşturdu? Nasıl oluşturuldu? Önce “sayı” nın varlığını keşfetti, sonra eklemeyi ve çıkarmayı ve sonra hesap yapmayı buldu. Hintliler bir şey icat etti, Araplar bir şey icat etti, Avrupalılar bir şey icat etti, Çin de bir şeyler icat etti ve hepsi bir araya getirildi.
Ancak bu uzun tarihte pek çok evre var. Erken zamanlarda, farklı ilkel kabileler önce sayı kavramını keşfetti ve onları parmaklarıyla saydı. Son olarak, soyutlama eklendi, çıkarıldı, çarpıldı ve bölündü, ardından cebire dönüştürüldü ve nihayet Newton gibi bir dahi onu diferansiyel ve integral hesaba (yüksek matematiğe) yükseltti.
Şimdi matematik öğrenmek için dahi olmanız gerekmiyor. Öğrenciler üniversitenin ilk yılında veya bazı liselerde öğrenebiliyorlar. Fakat yüksek matematiği en başta öğrenemezsiniz. İlk başlarda dizinleme yapmayı, daha sonra ilkokulda toplama ve çıkarma, ortaokulda cebir, lisede geometri ve matematik öğrenmeye başlarsınız.
Bir çocuk ne kadar zeki doğarsa doğsun, bir ormana terk edilirse matematik öğrenemez, bir Newton olması imkânsızdır. Okulda eğitim görmesi gerekir ve bu yoğun eğitim süreci aslında hükümetin ekonomik kalkınmadaki rolüne ve “endüstriyel politika” rolüne eşdeğerdir, insan matematiksel bilginin (ekonomik) gelişiminin tarihsel yasalarını izlemelidir.
Matematik öğrenmenin ilk evresinde, her çocuğun matematiksel bilgileri tekrar etmesi gerekir. Aksi takdirde öğrendikleri işe yaramaz ve yetişkin olduğunda matematik yeteneği kesinlikle zayıf kalır. Bununla birlikte, yoğunlaştırılmış eğitimle matematik öğrenme süreci büyük ölçüde kısaltılabilir ve insanların matematiği icat etmek için geçirdikleri zamanı kullanmak gerekmez.
Tıpkı ekonomideki “vurgu sonrası avantaj/son vurgu avantajı” gibi, bu süreç de insanlık tarihinde binlerce yıldır kullanılmaktadır. Bir kişi 6-12 yaşlarında okulda eğitim görebilir ve matematiği hızlı bir şekilde öğrenebilir.
Aynısı Çin mucizesi için de geçerlidir. Ekonomik gelişme, bu “embriyonik gelişme” yasası ile de uyumludur. Sanayi devrimi tarihinin bazı temel evrimsel evrelerini başarıyla geçen fakat daha sonra geri dönmek zorunda kalan her ülke sanayi devrimini gerçekten yaşayabilir ve sanayileşmeyi başarabilir.
Reform ve açılım politikasından sonraki ilk on yılda, Çin, Britanya tarihinde iki veya üç yüz yıl süren ilkel sanayileşme aşamasını birebir yaşadı. İkinci on yılda, İngiliz tarihinde 50 yıl süren ilk sanayi evrimini yaşadı. Her ne kadar kullanılan tekstil makinesi 300 yıl önceki İngilitere’dekinden daha gelişmiş olsa da, temel ilke aynıdır.
Fakat bu aşamalara geri dönmeniz ve atlamamanız gerekiyor. Bunu daha önce anlayamadık ve bir an önce atlayıp geçmek istedik. Doğrudan ağır sanayileşme ve tarımsal modernleşme aşamasından başlamayı umduk. Ama olmadı. Aynısı Latin Amerika ülkeleri için de geçerlidir. Ekonomistler bu yasayı (embriyonik gelişme yasası) göremedi -bu onları suçlamak anlamına gelmiyor. Bu yasa “Büyük Çin Sanayi Devrimi” nde tanımlanmış ve detaylandırılmıştır.
Bununla birlikte, geri kalmış ülkeler “geriye/başlangıca dönme avantajına” sahip olsalar bile, ulusal kapasite ve hükümetin rolü yoksa ve sanayi politikası mevcut değilse, sanayileşmeyi başaramayacakları kabul edilmelidir.
Devletin yardımı ve doğru sanayi politikaları olmadan sanayileşmeye kalkışmak ve söz konusu piyasa güçlerini oluşturmak, çocukların büyük ormanda kendi matematik bilgilerini bulmalarını/geliştirmelerini beklemekle aynı şeydir. Bu başarılması mümkün olmayan bir şeydir. Devletin gücüne güvenmek, doğru sanayi geliştirme politikası izlemek ve piyasa ekonomisinin gelişmesine öncülük etmek Çin’in başarısının sırrıdır.
Zengin olmak için önce bir yol belirleyin. Yoksulluk, geri kalmışlık ve sanayileşme başarısızlığı her zaman toplumsal işbirliği başarısızlığının bir sonucu olmuştur. Sorunun esası, modern endüstrileri karlı kılan büyük ölçekli pazarlar yaratmanın büyük ekonomik ve toplumsal işbirliği maliyetleri gerektirmesidir. Bu maliyet Adam Smith’ten bu yana piyasa köktenciliği ve neoliberal ekonomi tarafından göz ardı edildi.
“Serbest” piyasa serbest değildir. Doğal olarak mevcut olmadığı gibi, otomatik olarak da çalışmaz ve bedava değildir. Aslında, güçlü bir hükümet tarafından temin edilmesi gereken pahalı bir kamusal değerdir.
Çin topraklarında yürütülen sanayi devrimi, teknolojik gelişmenin kendisinden değil yetenekli bir merkantalist hükümetin öncülüğünde sürekli olarak pazar yaratılmasından kaynaklanmaktadır.
Bir defada büyük ölçekli bir endüstriyel ürün pazarı oluşturmak zordur. Ancak doğru sırayla ve adım adım adım gerçekleştirilebilir. Bir ülkenin sanayileşmeyi başlatmasının üstünden kaç gece geçtiğinin bir önemi yoktur. Önemli olan, yapılması gereken, erken gelişmiş ülkelerin temel gelişme aşamalarını tekrar etmektir.
Çağdaş kalkınma ekonomisi teorisi, hem Batı ülkelerinin çatısını kendine temel olarak olarak alır (inşa edilen çatıyı, duvardaki süslemeleri ve duvar çıkartmalarını görmek için Batı ülkelerine gidersiniz ancak yer altındaki karmaşık boru hatları, kablolar ve temeller görünmez), hem de sonuçları bir neden olarak alır ve Batı sanayileşmesinin sonuçlarını ekonomik kalkınmanın ön şartı olarak kabul eder.
Yoksul tarım ülkelerine gelişmiş sermaye-yoğun sanayiler (kimya, çelik ve otomotiv endüstrileri gibi) kurmayı ya da modern finansal sistemler kurmayı (dalgalı döviz kurları, uluslararası sermayenin serbest dolaşımı ve kamu varlıklarının ve doğal kaynakların tamamen özelleştirilmesi gibi) veya sanayileşmeyi başlatmak için modern siyasal sistemler (demokrasi ve genel oy hakkı gibi) kurmayı öğretiyorlar.
Fakat böyle bir yukarıdan aşağıya sanayileşme yolu, sanayi devriminin tarihsel mantığına ve temel bir ekonomik ilkeyle çelişir: “Arz otomatik olarak kendi talebini yaratamaz.”
Böyle ekonomi teorileri birçok ülkede politik istikrarsızlığa, durgunluğa ve sonsuz finansal krizlere yol açmış ve Afrika, Latin Amerika, Güneydoğu Asya’da sosyal kargaşanın ve yoksulluk ve gelir tuzaklarının temel nedeni olmuştur.

Kaynak:

http://kamuranindergahi.blogspot.com/

Please follow and like us:

Tarih: Mart 11, 2019, kategoriler: Genel Yazar: