Demir Çelik Sektörü Üzerine Görüşleri

Demir çelik ürünleri savunma açısından stratejik, sanayileşme gereksinimlerinin karşılanması açısından da temel girdilerde bulunmaktadır. Ülkeler, açıkça ifade etmemelerine karşın demir-çelik sektörlerinin ulusal olmasına özen göstermekte, demir çelik sektörlerini yabancı sermayeye teslim etmemekte veya bunu sınırlamaktadırlar.

TÜRKİYE’DE SEKTÖR ULUSLARARASI BASINÇ ALTINDADIR

Dünyadaki küreselleşme ve liberalleşme süreçlerinin etkileri ile devlet-ekonomi ilişkisi yeniden yapılandırılmaktadır. 1980’li yıllardan itibaren uygulana gelen planlamayı, yatırımı, üretimi, sanayileşmeyi ve sosyal devlet anlayışını dışlayan özelleştirmeci küresel politikaların yıkıcı sonuçları demir çelik sektöründe de yaşanmaktadır.

IMF ve Dünya Bankası’nın direktifleriyle ve onlara verilen taahhütler gereğince uygulanan özelleştirme ve serbestleştirme politikaları etkisini demir çelik sektöründe de göstermiştir. Bu süreçte kamu işletmeciliğini bitirmek adına, entegre demir çelik tesislerimize bakım, yenileme ve kapasite artırma yatırımları yapılmayarak bu tesisler bilinçli bir şekilde zarar ettirilmiş, geriletilmiştir.

Sanayide uygulanan yatırım politikaları, üretim yapısını ve gelişmesini olumsuz etkilemiş, küreselleşmenin uluslararası işbölümü paylaşımında Türkiye’ye imalat sanayiinde fason imalat yaptırılması öngörülmüştür.

Bizim gibi geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelere kamu işletmeciliğinin tasfiyesi ve ulusal ekonominin korunmamasını dayatan emperyalist ülkeler, kendi ülkelerinin sanayi sektörlerine ise kıskançlıkla sahip çıkmaktadır. Japonya, Rusya ve G. Kore’den yapılan ithalatlar nedeniyle Kuzey Amerika’da çelik fiyatları düşünce, Amerikan çelik şirketleri rahatsız olmuş 2002’de ABD, 10 çelik ürünü ithalatında gümrük vergilerini yüzde 8’den yüzde 30’a yükseltme kararı almaları buna yalnızca bir örnektir.

Yine 2002’de ABD’li bir firmanın ERDEMİR’e teknoloji satışı, ABD’nin çelikte gümrük vergisinin artırılması uygulamasıyla çelişeceği gerekçesiyle özel olarak engellenmiştir.

Aynı şekilde Avrupa Birliği, çelik sanayiini korumak amacıyla 2002 yılında 15 demir çelik ürünü ithalatında Genel Tarife Kotası uygulamasına geçmişti. Gümrük Birliği ile Türkiye’nin de bu uygulama kapsamında tutulması, sektörün ve ülkemizin aleyhine olmuştur.

Pek olası görünmemekle birlikte, Türkiye’nin AB’ye girmesi durumunda, çelik üretimine bazı kısıtlamalar getirileceği ve dışa bağımlılığın geliştirileceği de açıktır. AB bünyesinde çelik üretim fazlalığı söz konusudur. AB sürecinde Birlik içinde çelik üretim dengesinin kurulması için ülkemizdeki çelik üretiminin azaltılması yönünde Birliğin bazı kısıtlamalar getirmesinin işaretleri mevcuttur. Devam etmekte olan Türkiye demir ve çelik sanayiinin AB’ye uyum çalışmalarında da özellikle sıcak haddeleme kapasitesine ve devlet teşviklerine kısıtlamalar getirilmektedir.

AB’nin, zamanında Avrupa Kömür Çelik Topluluğu olarak kurulduğu ve Türkiye ile AKÇT arasında yapılan Serbest Ticaret Anlaşması uyarınca Türkiye demir çelik sektörünün yeniden yapılandırılmasının AB Genişleme Strateji Raporu, Türkiye İlerleme Raporu ve Türkiye Katılım Ortaklığı Belgesi’nde gündemde tutulduğu ve bunun Türkiye üzerinde bir baskı unsuru olarak kullanıldığı, sektörün Ulusal Yeniden Yapılandırma Programına zorlandığı da bir gerçektir.

DÜNYADA OLİGOPOLLEŞME EĞİLİMİ

Diğer yandan dünyada az sayıda şirketin egemen olacağı bir oligopolleşme eğilimi gözlenmektedir. 2002 yılında, ARCELOR’un oluşmasıyla hız kazanan demir çelik sektöründeki yeniden yapılanma eğilimi üç firmanın birleşmesiyle ortaya çıkan Mittal Steel’de ve daha sonra da Mittal’in Arcelor’u en büyük satın alma operasyonuyla ele geçirmesiyle sürmüştür. Yalnızca 2006’da gerçekleşen bazı birleşme ve satın almaların karşılığı 69 milyar 351 milyon dolar olmuştur.

Arcelor’un 2005 yılında 60 ülkede 90 bin çalışanı, Mittal Steel’in de dört kıta ve 16 ülkede 224 bin çalışanı olan firmalar olmaları, piyasadaki oligopolleşme eğilimini bütün canlılığıyla göstermektedir.

Dünyada çelik devleri pazarları yeniden paylaşmaktadır. Toplam 1 milyar 239 milyon tona ulaşan dünya üretimi içinde ülkemiz entegre ve ark ocaklı tesislerinin dünya toplamı içindeki % 1,9’luk üretimi onlar için gerçekte fazla bir anlam ifade etmemekte, ancak yayılma stratejileri, bölgenin kontrolü ve ülkemizdeki demir çelik sektöründeki gelişmenin kontrol altında tutulabilmesi için önem taşımaktadır.

YABANCI YATIRIMLAR YÜKSEK KATMA DEĞERLİ ÜRETİM BOŞLUĞUNDAN DOLAYI

ArcelorMittal’in yerli bir firma ile sıcak haddeleme tesisi kurma kararı; Güney Kore firması Daiyang’ın paslanmaz çelik üretimi için Türkiye’ye gelmesi; yine yerli .ir firmanın Rusya’nın en büyük çelik üreticilerinden bir olan MMK ile İskenderun’da 2,6 milyon ton yassı çelik üretimi yapacak entegre çelik fabrikası kurmayı planlaması, yüksek katma değerli çelik üretimimizdeki boşluktan ve uluslararası güçlerin yayılma emellerinden kaynaklanmıştır. ERDEMİR’in ilk taliplileri arasında Arcelor, US. Steel, Corus, Novolipetsk gibi firmaların bulunması, uluslararası tekellerin Türkiye’ye göz diktiklerini kanıtlamıştır.

OLASI KRİZ DİNAMİKLERİ

Dünyadaki durumun tersine bir yapı gösteren Türkiye’nin yassı mamul/uzun mamul üretim dengesizliği nedeniyle, özellikle kriz dönemlerinde ülkemiz uluslararası piyasaya direnemeyecek ve bundan dolayı da ülke büyük kayba uğrayacaktır.

Diğer yandan Çin dünya ham çelik üretiminin % 33,8’ini tek başına gerçekleştirmektedir Çelik üretimi ve ihracatını artıran Çin’in ithalatında ise gerileme görülmektedir. 2025 yılına kadar nüfus artışı olmasa bile Çin’in 780 milyon ton çelik üreteceği tahmin edilmektedir. Bugün dünya çelik üretiminin 1,239 milyar ton olduğu göz önüne alındığında bu miktarın ne kadar büyük olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Günümüzde halen hammadde sıkıntısı yaşanırken 2025 yılında bu miktarlarda tüketim talebinin olması durumunda fiyatların çok fazla yükseleceği ve piyasalarda büyük krizler yaşanacağı uzmanlarca tahmin edilmektedir. Türkiye demir çelik sektörü mevcut yapısıyla ve içine girdiği entegrasyon süreçleriyle böylesi bir krize hazırlıklı değildir.

SEKTÖRÜN ÜLKEMİZDEKİ EVRİMİ VE MEVCUT DURUM

Ülkemizde modern anlamda demir çelik üretimine yönelik ilk girişimler Cumhuriyet sonrasında başlamış ve ilk tesis de Kırıkkale’de kurulmuştur. 1930’lar ve 1960’lar Kardemir, Erdemir, İsdemir gibi güçlü kuruluşlarla asıl hamlelerin yapıldığı, kamu mülkiyeti ve kamu işletmesi olarak temel tesislerin kurulduğu yıllar olmuştur. Diğer sanayileşme ve kalkınma adımlarıyla birlikte, Türkiye demir çelik sektörü böylece önemli bir gelişme yaşamıştır.

Türkiye’de sektör, kamu sektörü olsun, teşviklerle özel sektör olsun kamu öncülüğünde gelişmiştir. Bu, 1980 sonrası özel sektörün gelişimi açısından da tamamen böyledir. Bu arada demir çelik sanayiinin özellikle 1960’lara kadar hemen hemen bütün sektörleri denetim altında tutan çok temel bir sektör olduğunu ve hemen her sektöre girdi sağladığını belirtmek gerekir.

Türkiye’de demir çelik sektörünün kurulmasında ve gelişmesinde devlet bizzat üretici olarak önemli görevler üstlenmiştir. Üretimin yapılanması, özel sermaye birikiminin oluşturulması, koruma oranlarının saptanması ve yurtiçi üretim paylarının saptanmasında devletin öncü rolü vardır. 1930’lardan 1980’lere kadar bu politika, yassı ve uzun ürünlerin ülke içinde üretimini kamu eliyle yapmış ve bunun yurt içinde satılmasını teşvik etmiştir.

1960 ve 1970’lerde demir çeliği hammadde olarak kullanan sanayilerin gelişmesi ile birlikte artan talebe paralel olarak kamu yatırımları aracılığıyla üretim kapasitesi artırılmıştır.

1980’lerden sonra ise devletin rolü sermayenin dünya pazarlarına da açılan bir sermaye birikim tarzını teşvik etme yönünde gerçekleşmiş, verilen çok çeşitli teşviklerle özel sektörün üretici konuma gelmesi sağlanmıştır. 1980–1990 arasında Marmara ve Ege Bölgesinde aldıkları teşviklerle kurulan birçok tesis iç ve dış pazara yönelik olarak üretim yapmaktadır.

1984 yılında iç pazara dönük yatırımların teşvik edilmeyeceği vurgulanmış, 1984–1989 yıllarını kapsayan Beşinci Beş Yıllık Kalkınma Planında fiyat, kalite ve teknoloji yönünden yurtiçi talebi ülke olanaklarıyla karşılayıp ihracata yönelme hedeflenmiştir.

1990–1994 arası Altıncı Beş Yıllık Kalkınma Planında da sektör ihracatının artması hedeflenmiştir. 1980 kararları ile getirilen fiyat ve faiz oranları serbestliği, ihracat dışında pek çok alandan kaldırılan teşvikler, kur politikaları ve para arzı kısıtlamaları gibi önlemeler, iç talebin daralmasına yol açmıştır.

1980’li yıllarda verilen teşviklere rağmen ortaya çarpık bir yapılanma çıkmıştır. Böylece yassı üretimde açık, uzun üretimde fazlalık oluşmuş; yassı üründe ithalat, uzun üründe ihracat zorunlu hale gelmiştir.

Yassı çelik mamul üretiminin toplam üretime oranı dünyada % 60 iken Türkiye’de 2005’te % 18, 2006’da ise % 13, uzun ürün oranı da % 85’dir. Sektörde uzun ürün üretiminde yaklaşık 5,5 milyon tonluk ihracı zorunlu iç talep fazlası varken, yassı mamullerde 3 milyon ton arz açığı bulunmaktadır.

Tüm plan dönemlerinde hedeflenen, ark ocaklı tesislerin özel çelik üretimine yönlendirilmesinin özendirilmesi de gerçekleşmemiştir. Dünyadakinin tersine bu çarpık yapı, yanlış yatırım teşvikleri ile gerçekleşmiştir.

İşte böylece dışa bağımlılığın azaltılması için demir cevheri ihtiyacının öncelikle ülke kaynaklarından karşılanması gerekliliği göz ardı edilmiş, demir cevheri arama faaliyetlerinden vazgeçilmiş, ülkemiz demir cevheri rezervleri 10 yıl içinde tükenebilecek konuma getirilmiştir.

Özellikle Divriği, Hekimhan ve Attepe’de 20 yıllık ihtiyacımızı karşılayabilecek demir rezervimiz bulunmasına rağmen yurtdışından demir cevheri ithal edilmektedir.

İthal cevher, hurda demir ithalatı olarak girmekte ve sektör dışa bağımlı bir hale gelmektedir. Demir çelik sektörü bir taraftan ülkenin iç tüketim açığını yassı ürün ithal ederek karşılarken, diğer taraftan uzun ürünü üretebilmek için hurda demir ithal edilmektedir. Fiyat farkları Türkiye’den dünyaya katma değer transferini getirmektedir. Her iki durumda da sektör dışa bağımlı hale getirilmiştir. Türkiye ithal ettiği hurda demir ile dünya sıralamasında hala birinci sıradadır. Türkiye 4,8 milyon ton AB menşeli hurda alımı ile AB’den ithalat yapan ülkeler arasında da 1. sırada yer almaktadır ve AB ithalatı yalnızca 2006’da % 60 artmıştır.

Dünya toplam ham çelik üretiminin ise yalnızca % 1,9’u Türkiye’de gerçekleşmektedir. 1980’de 4,2 milyon ton olan üretim 2006’da 23,3 milyon tona ulaşmıştır ancak, uygulanan yanlış teşvik politikalarıyla düşük katma değerli üretim ağır basmıştır.

Sektörde uzun ürün fazlalığına rağmen yurtdışından dampingli fiyatlarla uzun ürün ve kütük ithalatına izin verilmektedir.

Kişi başına çelik üretiminde AB ülkelerinin düzeyine ulaşılabilmesi için bile yassı mamul üretiminin 18 milyon ton/yıl, toplam çelik üretiminin de 36 milyon ton/yıl değerine yaklaşılması gerekmektedir. Bu, ülkemizin ERDEMİR kapasitesinde daha birçok tesise ihtiyacı olduğu anlamına gelmektedir.

2001 yılında dünyanın en büyük 15. çelik üreticisi olan Türkiye, 2006 yılı itibarıyla 2005’e göre üretimini % 11,2 artırarak 23,3 milyon ton ham çelik üretimi ile dünya sıralamasında 11., Avrupa’da Almanya ve İtalya’dan sonra 3. sırada yer almaktadır.

Üretim artışında asıl etken ark ocaklı tesislerin üretimi olmuş ve % 15,4’ü bu tesislerde gerçekleşmiştir. Entegre tesislerdeki üretim artışı ise % 1 olmuştur. Ark ocaklı tesislerin hurda ithalat kullanım oranlarında da 1 yıl içinde % 11 artış gerçekleşmiştir. 2006 yılında Türkiye’nin toplam ham çelik üretiminin yaklaşık % 74’ü ark ocaklı tesisler, %26’sı ise entegre tesisler tarafından gerçekleştirilmiştir. İ

Paslanmaz çelik ve mamullerinde 2006’da 300 bin ton tüketim yapılmış bunun 270 bin tonu ithalattan karşılanmıştır.

Demir çelik sektörü ark ocaklarında hammadde olarak kullandığı hurdanın % 35’ini yerli kaynaklardan % 65’ini ise ithalat yolu ile temin etmektedir. Entegre tesislerin ihtiyaç duyduğu hammadde olan demir cevherinin % 40’i yerli, % 60’ı ise ithalat yoluyla karşılanmaktadır. Demir çelik sanayi, yıllık yaklaşık 5 milyon ton yassı mamul açığını ithalatla kapatmaya çalışmaktadır. Yıllık 350-400 bin ton arasında olan vasıflı çelik üretimi de iç talebi karşılamadığından, yılda 750 bin ton vasıflı çelik ithal edilmektedir.

Dolayısıyla övünülen ihracat artışları yalnızca görünürdeki durumu kurtarmaya yetmekte, temel sorunlara ve olası krizlere karşı önleyici bir hükmü bulunmamaktadır.

Dünya Ticaret Örgütü verilerine göre 2005 yılında dünyadaki en çok çelik ithalatı yapan ülkeler sıralamasında 9. sırada yer alan Türkiye’nin demir çelik ithalat değeri 6,7 milyar dolar olmuştur.

İşte bu nedenlerle Odamız, özelleştirmelerin ülkemizin ekonomik birikimlerinin sermaye egemenliği lehine talan edilmesi olduğunu her zaman ileri sürmüş, açtığı davalarla kamunun ekonomik gücünün ve sosyal devletin tasfiyesine her zaman karşı çıkmıştır. ERDEMİR özelleştirmesine karşı çıkışımız da bu temele oturmaktadır.

Bu nedenle Odamız kamu, ülke ve toplum yararını açık bir şekilde göz ardı eden Ereğli Demir ve Çelik Fabrikaları T.A.Ş. sermayesindeki kamu hissesinin, 04.10.2005 tarihinde yapılan ihaleyle blok satışına onay veren 01.12.2005 tarih ve 2005/140 sayılı Özelleştirme Yüksek Kurulu (ÖYK) Kararının iptaline ve şartların bir arada varlığı göz önüne alınarak, dava konusu işlem hakkında dava sonuna kadar yürütmenin durdurulmasına yönelik Danıştay’da davalar açmıştır. Danıştay yürütmeyi durdurma kararı vermiştir. Böylece haklılığımız bir kez daha belgelenmiştir.

Odamız, özelleştirmeler konusunda, ‘yerliye mi gitsin-yabancıya mı’ v.b. aldatıcı yaklaşımları ve hatta ‘ucuza gitti-gitmesin’ tartışmalarının da ötesinde, bu sürece yön veren küreselleşme, neo liberal politikalar ve ülke çıkarlarımız dikkate alınarak tutum belirlemiştir.

Bir yandan sektöre devlet desteği isterken bir yandan da serbestleştirme, özelleştirme ve küreselleşmeci yaklaşımları savunmak arasında bir çelişki bulunmaktadır. Bu nedenle sektörü ve ülkemizi AB yollarında zayıflatacak “Ulusal Yeniden Yapılandırma Programı”nı değil, gerçekten üretici, yatırımcı ve kamu öncülüğünde bir ulusal stratejiye, kömür ve demir cevheri madenciliği ile çelik üretim ve tüketimini bütün olarak değerlendirecek bir “ulusal demir çelik stratejisi”ne ihtiyaç vardır.

Please follow and like us:

Tarih: Mayıs 17, 2018, kategoriler: Basın açıklamaları Yazar: